Özbek, Urla’nın şirin köylerinden biridir.
İzmirliler bu köyü, taze balığı ve bir de Akkum’da bulunan Akın’ın Yeri restoranıyla tanıyor sanıyorum.
İşte bu köyde(Hoş, köy kavramı yeni yasayla yerini mahalleye bırakalı çok oldu!),mayısın 25-26’sında 1. Özbek Yöresel Lezzetler Festivali vardı.
Birkaç yıl önceydi, gene bu köyde Sibel Hanım belediye başkanıyken “Martın Dokuzu Ot Festivali” yapılmış, o etkinliği de izleme fırsatım olmuştu.
Bu seferde “Yöresel Lezzetler Festival”i vardı ve ben buna da gittim.
***
Park yeri sorunu ne yazık ki köylerde bile var.
Arabadan geçilmiyordu, hafta sonunu değerlendirmek isteyenler için iyi bir uğrak yeri olmalıydı.
Yarımada; festival, şenlik etkinliklerinin varlığı açısından bereketli; Barbaros köyünde Oyuk Festivali, Urla merkezde Enginar Festivali, Karaburun’da Bilim ve Ütopyalar etkinliği yapılıyor.
Çeşme ve Alaçatı’yı saymıyorum bile.
Her yerde bir kendini tanıtma çabası var…
***
Tabii festival denince, bazıları hariç, öyle profesyonel organizasyonlar beklenmesin.
Belediyenin bandosu, korolardan oluşturulan amatör müzik gerupları müzik ve eğlence kısmını karşılıyor.
Buna bir de yöresel folklor grupları ekleniyor…
Pazar günü, gazetemiz Yenigün’deki köşesinde Gülper Şahin Ergün, İzmir Çamdibi semtinde “Komşu Sofrası” diye yöresel bir gastronomi etkinliğini anlatıyordu.
Çok hoşuma gitti.
Değişik yörelerin, kentlerin lezzetlerini buluşturmaya dönük bir etkinlik…
Orada müziği de “Çamdibi Bandosu” karşılamış.
***
Aslında gastronominin yeniden keşfedildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Başka bir deyişle küreselleşme yayıldıkça/ yaygınlaştıkça kendi zıttı da gelişiyor, yöresel öge de öne çıkıyor.
İşte bu yöresel ögeler aynı zamanda oranın tanıtımı için bulunmaz bir fırsata dönüşüyor.
Galiba festival bolluğu bu gerçeğin sonucu…
Yerel ögeler kendi dirençlerini gösteriyor, kendi yerelliklerinden yola çıkarak varlıklarını başkalarına göstermeye çalışıyorlar…
Ben buradaki bu festivali de bu neviden görüyorum.
***
Her neyse, Özbek denince elbette taze balığın yanında keşkeği, enginar dolmasını, içli enginar pilavını, zeytini, yöresel otlardan yapılan börekleri ve adını bilmediğim onlarca çeşit yemeği unutmamak gerekli.
Burada da böyleydi standalar bir ressamın elinden çıkmışçasına renk cümbüşü gibiydi.
Otlar, yemek çeşitleri, dolmalar, reçeller, içecekler, zeytin ve çeşitleri…
Buna bir de el yapımı takı çeşitlerini ekleyin…
Ancak istenen, bu festivallerin daha özgün bir gastronomi iklimi yaratması, yaratıcı lezzetlerin ortaya çıkmasına neden olmasıdır.
Bunun yanına, sanatı da eklemek gerekiyor…
***
Bu festivallerin bir özelliği de tezgâhtaki ürünlerin el yapımı olmasıydı.
Zaten güzellik de bu; herkesin evinde ürettiğini buraya getirmesi.
İşin içinde sanayi üretimi yok!
Yazıyı bitirirken gene el emeği bir çabadan söz etmek istiyorum.
***
Biliyoruz, pandemi pek çok insanı kendi yiyeceğini evinde üretmeye yönlendirdi.
Bir bölümü bunu bir hevesle yaptı, sonra baş edemedi ve hazır üretimden satın almaya döndü.
Dönmeyenler?
İşte anlatacağım onların hikâyeleri…
***
İki doktor, şimdi ikisi de emekli.
İkisi de dost canlısı…
Dost canlısı diyorum çünkü ikisi de yıllarca her çarşamba evlerinde dostlarını ağırlamış ve bu güzelliği “Tatlı Çarşamba” diye perçinlemiş insanlar…
Ben bu ‘Tatlı Çarşamba’nın beş yılını bizzat yaşadım, her çarşamba dostlarla sofranın güzelliğini paylaştım.
Kim bunlar?
Doktor Şebnem ve Hakan Vuruşkaner çifti.
Şimdi bu doktorlar, evlerinde ekmek yapıp dostlarına ulaştırıyorlar.
Ben her seferinde onların bu hummalı faaliyetini gördükçe, “Size bir fırın açalım!” diyerek takılmadan edemiyorum.
Bir yandan da onların amacının para kazanmak olmadığını biliyorum tabii ki.
***
Geçen hafta uğrayıp kendime iki ekmek alınca üretimin tam ortasında buldum kendimi:
Karakılçık unundan hamur yapılmış, o hamur dört beş büyükçe kaba ayrılmış, masada bekliyordu.
Neden beklediğini sorunca; hamur iki saat dinleniyor, sonra buzdolabında 12 saat bekletiliyor, şekil verildikten sonra tekrar dolaba konularak bir müddet daha dinlenmeye alınıyor cevabını aldım…
Çıkarılınca artık ekmek kısmına geçiliyor; cevizli, zeytinli, çörek otlu, soğanlı, çekirdekli ekmekler ortaya çıkıyor.
Nerdeyse bir ekmeğin yapılışı iki güne yaklaşan bir süre alıyor…
Mayası da ayrı bir hikâye…
***
Ben her seferinde sorumu yineleyip duruyorum:
“Yahu siz de peygamber sabrı mı var? Bu çekilir mi?”
Onlarınki bana göre derviş sabrı gerçekten…
Beklentinin olmaması belki de bunu sağlıyor.
Sonra onlardaki mutluluğu gördükçe içimden; bir şey üretmenin güzelliği böyle bir duygu, diyorum.
Böyle mutlularsa denecek ne var ki!
İki doktorun da gözlerinde bu güzelliği görüyorum çünkü!
Ya! işte böyle!
Özbek Köyü Festivali’ni izlerken bu meşakkatli üretim aklıma geldi.
Keşke onlar da böyle bir festivalin içinde olsa ürettikleri ekmekleri stantta gelenlere sunsa, diye aklımdan geçti…