Geçen gün Salihli’ye uğradık. Meydanın adı dikkatimi çekti. DEVLET BAHÇELİ MEYDANI. Ne alaka? Bahçeli nere, Salihli nere?
Olacak iş mi? Şimdi belediye CHP’de. Peki meydanın adı Özgür Özel Meydanı mı olsun.
İkisi de saçma.
Şehirlerimize siyasi kimlik giydirme popülizminden vaz geçelim. Bu doğru değil.
.
Doğrusu bu. Umarım sözde kalmaz ciddiye alınır.
.
İKİ RADİKA HİKAYESİ
Geçen gün Erzincan Kemah, Doğan Köyü’nde arkadaşımız İsmail’in konuğu olduk. Uzun zamandır görüşmemiştik. Üniversitesite yıllarında başlayan dostluğumuz hep devam etti. Uzak yerlerde olsak da.
İsmail ile çevreyi gezerken çok miktarda radika otu olduğunu fark ettim çevrede.
Orada koyun sürüsü ve arı kovanları olduğu için, otun farkındalar ama koyunların yiyeceği veya çiceğinden arıların nektar alacağı bir ot olarak.
İsmail ile iddialaşıyoruz. Yenir mi yenmez mi? O arıcılık yaptığı için radika çiceğini tarif ediyor. Evet diyorum mavi. Hatta bazılarının filizleri çıkmış. Bak bu da harika bir yemek diyorum. Ama ardından bastıran yağmur sonucu, radika toplayıp pişirme fırsatı olmuyor.
Ama İsmail de aklına koydu. Neydi radikal mi diyor. Yok yahu, radika. L’si yok.
İnternetten bakarsan hindiba da denir.
Ertesi gün sabah ayrılıyoruz. Yoldayken İsmail arayıp, pişirme tarifi alıyor bizden.
Birgün sonra yine haberleşiyoruz. İsmail, ya bu ne kadar güzel bir yemek oldu. Haşlayıp haşlayıp, buzluğa koyacağım diyor. Hülya, o yöntem ile özelliğini kaybediyor şeklinde uyarıyor ama İsmail kararlı. Radikayı keşfetmenin mutluluğunu yaşıyor.
Arılara ve koyunlara da bırak diyorum. Çok var etrafta nasıl olsa, onlara da yeter bana da diyor.
Sonra çocukluğuma gidiyorum. Yarım asır en azından. Köyde dilden dile anlatılan bir radika hikayesi.
Hacı Vafir amca bir gün İzmir’e gider. Ayda yılda bir gidilirdi İzmir’e. Ya sağlık ya alış veriş için.
Ama İzmir’e gidince de bir şehir yemeği yemek lazım. Kuru fasulye ya da bamya değil. Köyde yemediğin bir tad olmalı.
Vafir amca garsona soruyor neler var diye. Garson yemek listesini sayarken, Vafir amcanın hiç dıymadığı ama ismi cazip bir yemek adı da geçiyor bu sayımda. Hindiba.
Tamam diyor. Ondan getir. Farklı bir şehir yemeği yiyeyim, hem de köyde anlatırım bu farklı lezzeti.
Biraz sonra garson elinde radika tabağı ile döner.
Vafir amcanın adeta tepesi atar. Bu ne? Hindiba.
Götür şunu önümden bu bizim merdiven ayaklarında (evin önünde) bile olur.
İsmail’in de merdiven ayakları hindiba doluydu..
.
Kılıçdaroğlu’nu destekleyenlerin büyük çoğunluğu da yerel seçimlerde tasfiye olunca bunun faturasını İmamoğlu’na değil, Özel-Ağbaba ikilisine kestiler. Onların önemli bir kısmı partinin geleceğinde İmamoğlu’nu gördükleri için, Özel ile İmamoğlu rekabeti olursa tercihleri İmamoğlu’ndan yana olacaktır.
https://www.egedesonsoz.com/yazar/Kilicdaroglu-nun-ofkesi-ve-yeni-dengeler-/19779
.
Yıllar önce, Çeşme Meydanı’nda, RÜZGAR YAŞAMDAN YANA ESSİN, eylemi yapmıştık. RES’lerin yaşam alanlarımızı, doğal ve tarihi alanlarımızı işgal etmesini protesto etmek için. Zamanın Kent Konseyi organizasyonu ile.
.
Kesinlikle..Her belediye yapmak zorunda.. “Kol kırılır, yen içinde kalır” veya “AKP daha çok çalıyor” saçmalığı kabul edilemez.
.
.
RAKI DEYİP GEÇMEYİN (eski bir yazı)
Radikal’de Murat Yetkin’in kaleminden yayınlandı DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün sözleri. “Cezaevinden yeni çıkmıştım. 1983 yazıydı. Deniz Baykal Diyarbakır’a gelmişti. O da yasaklıydı. Üstümüzde yıldızlar… Rakılar açıldı. Çektiklerimizi konuştuk. Söz Diyarbakır Cezaevi’ne geldi. Ben anlattım, o dinledi. Ağlama noktasına geldik. Deniz Bey dedi ki, (Bir daha Meclis’e girersek, bunların hesabını soracağım).”
Rakı böyledir. Dostlukları hissedersiniz, birlikte dertleşir, acıları paylaşırsınız, hatta ağlayabilirsiniz bile. Gökyüzünde her zaman var olan yıldızlar sizi daha da duygulandırır.
Rakının bu tür etkilerini bilenlerdenim. Türk’ün sözlerini okuyunca, benim de bir anım aklıma geldi.
Bundan iki veya üç yıl önceydi. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin düzenlediği bir sempozyumun davetlisiydik. Konu “Eğitimde Finansman Sorunu ve Reform İhtiyacı” idi. Yer, Gönen Köy Enstitüsü’nün muhteşem hatıralarla dolu binasıydı.
Konuşmacılar arasında dönemin YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme, gazeteci Mustafa Balbay ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rıfat Akçabol gibi isimler vardı.
Benden önceki konuşmacıları dinlerken farklı bir hisse kapılmıştım. Eğitimde finansman sorunu ve reform ihtiyacına pek değinen yoktu. Özetle konuşmacılar, “Kahrolsun Amerika” mesajı veriyorlardı.
Bu yorumumu yanımda oturan Rıfat Hoca’ya fısıldayınca, “Ben de aynı şeyi söyleyeceğim” şeklinde oldukça kararlı bir yanıt verdi. Nitekim de öyle yaptı. Hatta zaman zaman masayı yumruklayarak.
Biraz çekinerek ve daha sakin ifadelerle, Köy Enstitüleri’nin dönemi itibariyle önemli işlevler gördüğü halde, bu modeli günümüze taşımanın gerçekçi olmadığını, o dönem Köy Enstitüleri’nin yoksul taşralı öğrencilere sağladığı olanakları bugün İmam Hatip Liseleri’nin karşıladığını söylemeye çalıştım. “Bu iki modeli iyi anlamak gerekir” deyince, Rıfat Hoca sinirli bir şekilde tepki gösteriyordu. Sözlerimi İmam Hatip Liseleri’ni anlayışla karşılamak gerekir gibi algıladığını fark edip, “Hocam anlamaktan kastettiğim metodolojik bir şey, anlayış değil” şeklinde açıklamalarda bulunuyordum.
Akşam üniversite konukevinde yemekte de Rıfat Hoca’yla yan yana oturduk. Rakımızın birinci kadehi bitince, Rıfat Hoca bana dönüp, “Engin, aslında çok doğru şeyler söyledin” şeklinde cümleyi kurunca, cümlenin devamını dinlemeden “Hocam ben bu rakının gözünü seveyim” sözü ağzımdan çıkıverdi. Herkes kahkahayı bastı.
Rakı deyip geçmemek gerekir. Rakıyı sadece içki sananlar yanılır. Rakı, barıştır. Rakı birbirini anlamaktır.