DATÇA’NIN DA ARTIK BİR
HALK LOKANTASI VAR.
Datça’nın da artık bir “Halk Lokantası” var.
Yeni belediye yönetimi seçim öncesi verdiği sözü tuttu ve köy dolmuşlarının bulunduğu yere halk lokantasını açtı.
Başta belediye başkanı Aytaç Kurt ile tüm emeği geçenleri tebrik ederim.
Çok dolmuş kullanan biriyim. Yaklaşık bir aydır Belediye Sosyal Tesisler Sorumlusu Güven Karaduman’ı sık sık bölgede gördüm ve nasıl titiz çalıştığını gözlemledim.
Helal olsun!
Peki yeter mi?
Elbette yetmez!
Umarım belediye de bununla yetinmez, yenilerini de açar ve fiyatlar halkı zorlamaz.
Ayrıca Halk Ekmek, Halk Su(Sumatik) gibi Datçalı’nın bütçesini rahatlayacak hizmetler de gündeme gelir.
Sosyal belediyecilik candır.
.
7 Haziran
YİNE YANGIN, YİNE ENERJİ NAKİL HATTI
Marmaris-Datça karayolu İnbükü bölgesinde sabaha karşı orman yangını çıktı.
Ekiplerin hızlı ve etkin müdahalesiyle büyümeden söndürüldü.
Enerji nakil hattı nedeniyle çıkan yangının önce önü kesildi, gün ağarmasıyla birlikte havadan müdahale ile söndürüldü.
Bir hektar ormanlık alan kül oldu.
Gönül istemez ama bu sıcak ve kurak yazda bu enerji nakil hatları başımızı çok ağrıtacak gibi görünüyor.
.
6 Haziran
KAYIP RUHLAR ÜLKESİ
Bugün Dünya Çevre günü.
Her yıl bugün Kızılderili reisi Şef Seattle’ın Amerika başkanına yazdığı sözde mektup paylaşılır.
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Gibi, gibi, gibi..
Oysa yok böyle bir mektup.
Tamamen uydurma.
Amerikalı bir çevre aktivistinin doğa katliamına dikkat çekmek için Şef Seattle’a malettiği bir mektup.
Gerçi içeriği kızılderililerin doğaya nasıl baktığını anlatıyor ama bu sözler Şef Seattle’a ait değil.
Birçok üniversitenin, anlı şanlı köşe yazarlarının, bazı çevre örgütlerinin bu sözleri Şef Seattle imzasıyla kullanması gerçekten düşündürücü.
Eğer çevre ve doğa ile ilgili bir kızılderili yorumu kullanılacaksa, gelin gerçeğini paylaşalım.
Adı Tatanga Mani’ydi.
Yürüyen Buffalo demekti.
Bir Stoney kızılderilisiydi.
Yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışmış, doğa ile içiçe yaşamış, örnek bir doğasever olmuştu.
Kanada hükümeti 1960 yılında doğayı anlatması için Tatanga Mani’yi bir dünya turuna çıkardı.
87 yaşında olmasına rağmen gittiği her yerde doğayı anlattı.
“Mutluluğu arıyorsanız, önce doğayı mutlu edin.. Çünkü doğa hiçbir zaman bizi aldatmaz, birbirlerini aldatan her zaman insanlardır” derdi.
Özellikle Londra’da yaptığı konuşma tarihe geçti.
“Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir.
Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur..
Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor..
Saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor..
Ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor…
İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.
Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk..
Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız..
Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız..
Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz.
Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.
Biz Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgârda ve dağlarda.
Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık.
Bu çok mu kötüydü?.
Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız.
Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayanlar karanlıkta değildir.
Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz?
Evet, konuşurlar.
Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır.
Asıl sorun, beyazların dinlememesidir.
Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler.
Bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum.
Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce ruh hakkında.”
Dağlarımızın, ormanlarımızın, nehirlerimiz ve kıyılarımızın vahşi sermayeye peşkeş çekildiği şu günlerde yazıyı o ünlü şaman felsefesiyle noktalayalım.
“Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.
Nehirler kendi suyunu içemez.
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.
Güneş kendisi için ısıtmaz.
Ay kendisi için parlamaz.
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz.
Rüzgar kendisi için esmez.”
.
5 Haziran
Zulmün artsın.
Gidiyorsun.
.
ŞEYTAN DA BİR MELEKTİR
Çocukluğumun çizgi romanlarından biriydi Karaoğlan.
Cengiz Han döneminde yaşamış bir uygur delikanlısıydı.
Yakışıklı, yiğit, mert bir savaşçıydı.
Sürekli hak ve adalet arardı.
İyilik meleğiydi.
Bir de ezeli bir düşmanı vardı Karaoğlan’ın.
Adı Camoka’ydı.
Dokuz canlıydı.
Çirkin, hain, kalleş ve güvenilmezdi.
Hırslı ve aç gözlüydü.
Menfaati için dostlarını bile harcamaktan çekinmezdi.
Şeytanın ta kendisiydi.
Bu ikili yıllarca savaştı.
Çizgi romanları yok sattı.
Sonra beyaz perdeye taşındılar.
Kapalı gişe oynadılar.
YIL 1915’di.
Mersin’de doğdu.
Yoksul bir ailenin çocuğuydu.
Adı Danyal Bayrı’ydı.
Ermeniydi.
Çocukluğu “ne iş olsa yaparım abi” ile geçti.
Mersin’de yapmadığı iş kalmadı.
Büyüyünce yolu İstanbul’a düştü.
Yeşilçam’da yıllarca set işçiliği yaptı.
Sonra dekoratör oldu.
Yönetmenler yeteneğini farkedince yan rollerde oynadı.
İlk zamanlar adı afişlerde yer almazdı.
Buna rağmen ‘ismini değiştir’ dediler.
Çünkü Danyal Bayrı’ya toplum ısınmazdı.
Mecburen Danyal Topatan oldu.
Suat Yalaz’ın yazıp yönettiği Karaoğlan beyaz perdeye taşınınca “Camoka” rolünü ona verdiler.
Bu rolle tanındı.
Kısa sürede usta bir aktör oldu.
Ama hep kötüyü oynadı.
Sinemanın kötü adamıydı.
Seyircide nefret uyandırdı.
Oysa gerçek hayatta bir sevgi seliydi.
Tanıyanlar onun için “Altın kalpli” derdi.
Herkesin yardımına koşan, herkesin sorunuyla ilgilenen bir candı.
Geldiği yeri hiç unutmadı.
Aktör olduktan sonra set emekçilerinin hep yanında oldu.
Onların hakları için savaştı.
1970’lerde amansız hastalığa yakalanınca, insanların gerçek yüzünü gördü.
Yıllarını verdiği koca yeşilçam onu yanlız bıraktı.
Onlarca filimde birlikte oynadığı arkadaşları ziyaretine bile gelmedi.
Bir tek Behçet Nacar kendisiyle ilgilendi.
1915 yılında yoksul doğmuştu.
1975 yılında yoksul öldü.
Hollywood yıllarca beynimize kazımıştı.
Western filimlerinde kızılderililer vahşi, cani, kötü, katil, şeytan gibi insanlardı.
Her kötülük onlardandı.
Büyüyünce anladık ki, tam tersi.
Kızılderilileri kötü göstermek bir Amerikan politikasıydı.
Beyaz adamın pislikleri örtmek için planlı bir senaryoydu.
Türkiye’ye “Küçük Amerika” denilen yıllarda da Yeşilçam “Küçük Hollywood”tu.
Aynı politika Yeşilçam’da da uygulandı.
Yeşilçam’da öteki olmak zordu.
Rumlar fahişe, Ermeniler pezevenk, yahudiler ise üçkağıtçı tüccardı.
Tüm kötü roller onlarındı.
İşte Danyal Bayrı böyle bir ortamda yaşadı ve öldü.
Kazanan hep Karaoğlan oldu.
Ama aslında geleceğini kaybetmişti.
Ve maalesef hala kaybettiğinin farkında değil.
.
4 Haziran
DATÇA’DA DEVLETİN MALI DENİZ, YEMEYEN DOMUZ
Bu nasıl iş arkadaş!
Datça’da hazine arazileri bir bir işgal edilmiş.
Haberi okuyunca yetkili bazı kaynaklarımı aradım.
Doğruladılar.
Kilometrelerce hazine arazisinin üstüne çökmüşler.
Hani o meşhur atasözümüz var ya;
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz!”
Aynı bu misal.
Yemeyen domuz oluyor maalesef.
Vatandaşlardan gelen şikayetler sonucu Muğla Çevre İl Müdürlüğü harekete geçmiş ve talan edilen hazine arazilerinde tespitlere başlamış.
Öncelikle Reşadiye bölgesinde çalışan ekipler yüzlerce dönüm hazine arazisinin işgal edildiğini ortaya çıkarmış.
İşgalciler arasında geçen dönem belediyede görev yapan bazı meclis üyelerinin ve siyasilerin bulunduğu söyleniyor.
Kim bu meclis üyeleri?
Kim bu siyasiler?
Haber kaynaklarım yakında açıklayacağız dediler.
Umarım öyledir.
Partisine bakılmaksızın açıklanır.
Takipteyim.
Bu konuda yeni belediye yönetimine de görevler düşüyor.
Kimsenin gözünün yaşına bakılmamalı.
.