Ülkemizdeki politik gündemin karabasana benzediği, geçim derdinin doruklara çıktığı bu sıcak yaz günlerinde biraz iyimserlik rüzgârı esmesine ne dersiniz?
O halde 5 Ocak 2018’de yitirdiğimiz Aydın Boysan’dan söz edelim.
Onun bir yaşam feylesofu olduğunu, ondaki zekânın her olayda hınzırca gülümsediğini biliyoruz.
Ülkemizin sayılı mimarlarından biri olmasının yanına; yazarlığı, gezginliği ve gazete yazarlığını da eklemeyi bilmiştir.
Boysan, kırk kadar kitaba imza atan bir yazardır aynı zamanda.
Bununla beraber Boysan denilince nüktedanlığı, özellikle içki sofrası inceliklerinin anlatılması akla gelir ilk başta.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zevk sahibi insanlar için ‘yaşam gustosu’ dediği insanlardan biri yani.
***
Bazı kitaplarını anımsayalım: “Şerefe”, “Ne Güzel Günlermiş!”, “Ne Hoş Zamanlardı”, “Haydi Dostlar”, “Nereye Gitti İstanbul?”, “İstanbul’un Kuytu Köşeleri”, “Oldu mu Ya!”, “Yüzler ve Yürekler”…
Böyle sürüp gidiyor kitapları, kırk eser…
Kitaplarında İstanbul’u anlatır çoğunlukla; kiminde İstanbul’un eski mekânlarını, kiminde değişimi, kimi kitaplarıysa gezilerinden oluşur.
Bunun yanına bir de televizyonlardaki sohbetlerini ekleyelim.
Çünkü bu sohbetler de ‘ağızdan bal damlıyor’ denen bir kıvamdaydı. İstanbul’un bohem hayatı, arkadaşlarıyla içki sofralarındaki buluşmalarında yenilen içilenler, anıları, eski zaman masalları gibi doyum olmaz bir tatla ve onun cümleleriyle bize ulaştı.
***
Ben Boysan’ı ne zaman televizyonda görsem, sanki aileden biri konuşuyor gibi dikkatle dinler, ondaki iyimserlikten etkilenirdim.
Sohbetin güzelliği, onun dostlarıyla yaşadıkları, bunun mizahi biçimde incelikli anlatımı bana yazar Ahmet Büke’nin, “İnsan Kendine de İyi Gelir”1 dediği şeyi hatırlatırdı.
Gerçekten, insan kendine de insana da iyi geliyordu, onun kitaplarıyla ve sohbetleriyle…
***
Geçen gün “Ne Hoş Zamanlardı”2 kitabını bir kez daha kitaplığımdan indirdim, başladım okumaya:
Hayatın gustosu olduğu; dünyayı gezdiği, gezdiği yerlerdeki ilginç mekânları incelediği, yemeklerini ve sanat olaylarını kaçırmadığı ayrıca mesleği olan mimarlıkta da iyi örnekleri kamuya sunduğunu biliyoruz, Boysan’ın.
Onun sofrası, dostları, sohbetleri hangimizi imrendirmez ki…
Hele o dostlarıyla içilen rakı ve sofranın bir dost meclisine çevrilmesi…
***
Boysan, içki için; şair Metin Eloğlu dizelerindeki gibi, “Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir/ Tutar insana yaşamayı sevdirir” diyenlerdendir.
Peki, masada sarhoş olmak?
Lafı bile edilmez!
Seneca’nın “Sarhoşluk kusur yaratmaz, var olan kusurları meydana çıkarır.” cümlesi Anayasa maddesi gibidir.
***
Boysan, hemen arkasından Mevlana’nın “Şarap, zaten edepsiz olanı edepsiz eder.” cümlesini ekler…
Böylece dost sofralarında birinci kural konulmuştur; kimse ayarı kaçırmayacaktır!
Bektaşi’nin dediği gibi; “Ölçüsüz içmek marifet noksanından doğar.”
Padişah 4. Murat’ın içkiye yasak getirdiği günlerden bir gün Bektaşi’yi rakı içerken yakalayıp kadı’nın huzuruna çıkarırlar:
“Bre namert! Sen padişahın emrini bilmez misin, niye rakı içersin?” diye kadı başlar azarlamaya.
Cevap, “Rakı içtim ama beyaz peynir ve kavunla.”
Kadı, düşünür sonra, “Beraat.” der.
***
Kitapta sofranın dışındaki konular da vardır.
Eski Federal Almanya parlamentosunda çok ateşli oturumlardan birisi yapılıyor. Karşıt olan bir kadın milletvekili Carlo Schmid’e bağırıyor:
“Siz beni aptal yerine koyuyorsunuz!”
Schmid, “Kesinlikle hayır.” diyor. “Ben size öyle bir şey demedim!”
Diğeri ısrarcıdır:
“Siz beni aptal yerine koyuyorsunuz!”
Schmid dayanamıyor:
“Ancak itiraf edeyim ki yanılmış olabilirim.”
Bugün yumruk yumruğa kavga eden milletvekillerine bu tür incelikli tartışmalar önerilir.
***
Orson Welles, geçen yüzyılın büyük tiyatro ve sinema sanatçılarından biridir. Bir gün bir konuşma için bir yere çağrılıyor.
Kürsüye çıktığında ne görsün, salon boş, birkaç dinleyici var.
Söze şöyle başlıyor:
“Ben tiyatro direktörü ve rejisörüm. Film ve tiyatro sahnesi oyuncusuyum. Kitap ve senaryo yazarım. Radyo konuşmaları yaparım. Radyofonik oyunlar oynarım. Resim yapar, keman ve piyano çalarım…”
Sonra bir nefes alıp az sayıdaki seyirciye soruyor:
“Şimdi kürsüde bu kadar çok konuşmacı, dinleyici olarak bu kadar az insanın bulunması, kepazelik değil de nedir?”
Kültür müdürlüğüm sırasında Orson Welles’in yaşadığı bu durumu o kadar çok yaşamış biriyim ki bu olayı okuyunca buruk bir gülümsemeyle onlarca etkinlik gözlerimin önünden gelip geçti.
Sayısız kere ünlü konuklara salonun boş olmasından dolayı rezil olmuşluğumuz vardı çünkü.
***
Abraham Lincoln, biliyorsunuz ABD başkanı. Günün birinde arkadaşlarından biri ziyaretine geldiğinde gördüğü şey karşısında şaşkınlığı uğruyor:
“Sayın Başkan, siz kendi ayakkabınızı kendiniz boyuyorsunuz ha!..” diye sesleniyor.
Başkan, son derece sakin, yanıt veriyor:
“Ya kiminkileri boyayacaktım?”
Deha kavramını hangimiz bilmeyiz ki!..
Bakın G.Tomalladehayı nasıl tanımlamış:
“Karısını; kürk almaktan, kürkün onu şişman göstereceğine inandırarak vazgeçiren adam.”
Eh pes yani…
Fransız devlet adamı Talleirand’a, şaşı olan birisi sorar:
“Memleketin hali nasıl gidiyor?”
Talleirand:
“Gördüğünüz gibi.”
Evet, şimdilik bu kadar!..
Aydın Boysan’da bildiğiniz gibi ne laf tükenir ne de anlatılacak konular.
Ama biz kendisini hayırla yâd edip yazıyı sonlandıralım…
…………………
1İnsan Kendine de İyi Gelir, Ahmet Büke, öykü, Günışığı Kitaplığı, 2015
2Ne Hoş Zamanlardı, Aydın Boysan, anlatı, Türkiye iş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007
KAYNAK: https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/20626546/salim-cetin/keske-aydin-boysan-simdi-yasasaydi