—————-,————-
“…Aralık 1978. Kalaycı Şah İsmail’in baltayla kafatasını parçalayıp, beynini çıkarttılar…
Kız kardeşlerinin memelerini kesip, işkence ettikten sonra öldürdüler…
Yörükselim Mahallesinde kadınların bir kısmı yine memeleri kesilerek öldürüldü…
Aynı gün çocuklar, hamile kadınlar, yaşlılar av tüfekleriyle, bıçaklarla, yapılan saldırılarda hayatlarını kaybettiler…
Bazıları ‘şeriat’ hükmüne göre el ve ayakları çapraz kesilerek öldürülmüşlerdi!
Vahşetin bilançosu 104 ölü, 2000 yaralıydı…”
Şirin Tekin henüz 17 yaşındaydı. Zeki, çalışkan bir öğrenciydi.
Her genç insan gibi onun da umutları, beklentileri vardı. Düşleri vardı, kendisi için yaşadığı toplum için. Çevresinde ki herkes tarafından çok sevilen bir gençti. Ancak Şirin’in bir kusuru(!)vardı, oruç tutmuyordu…
“…O gün yani 3 Mayıs 1977’de Van 100. Yıl Üniversitesi’nin karşısında ki kahvehanede oturmuş, çayını yudumluyordu. 50 kadar bıçaklı Ülkücü girdi içeri. ‘İslâm’ın bekçisiyiz’ diye bağırıyorlardı. Kendilerine ‘mukatele’ emrolduğuna inanıyorlardı. Zaten Üniversitenin Rektörü de, bu bıçaklı, sopalı güruh için, ‘onlar Îslâm adına döğüşürler’ dememiş miydi?
O gün Şirin Tekin, kanını ‘vahşetin temsilcisi’ sürüden kurtaramamıştı…”
2 Tennuz 1993 yer Sivas…
İlk Sivas katliamının üzerinden henüz 15 yıl geçmiştir…
O can kırımında bebek yada çocuk olan gencecik kızlar, erkekler büyük bir coşkuyla gelmişlerdir Sivas’a…
Başlarında sanatçı ablaları, ağabeyleri vardır. Semah’a duracakları, halkoyunlarında ve tiyatro gösterilerinde bulunacakları için içleri kıpır kıpırdır…
“…Lakin havada yine kan ve barut kokusu vardır. Ortalıkta dolaşan kara cüppeli, kara çarşaflı bazı insanlar yüreklerde yakacakları ateşi körüklemek için taraftar toplamaktadır,
Cami köşelerinde, sokak aralarında…
Halk önce, kültür-sanat etkinliklerinin yapıldığı Kültür Merkezi’ne…
Sonra da Madımak Oteli’ne yönlendirilmektedir.
Kan görmenin, kan ve yanık eti koklamanın arzusu ve telaşıyla oradan oraya koşuşturmaktadırlar…
Tanrılarına sunulacak kurbanların düşüncesinin verdiği haz ile, kendinden geçmiş bir şekilde ayine hazırlanıyorlardı, sanki…
Kapı altlarından, gömlek yenlerinden bildiriler dağıtılmaktadır artık.
Bildirinin başlığı ‘Müslümanlar’dır. Tıpkı 15 yıl önce olduğu gibi. Ve yine o günkü gibi halk ‘Cihat’a çağrılmaktadır. ‘Şeytan Aziz’in’ ve yanındakilerin kanını İslâm uğruna dökmeye davet etmektedirler insanları…
Kara güruh otelin önüne toplanmaya devam etmektedir…
Saatler birbirini kovalar. Kalabalığın niyeti bellidir de, ya Devlet’inki? Otelde bulunan yurttaşların can güvenliğini sağlamakla yükümlü devlet nerededir?
‘Ya Allah Bismillah’ haykırışları eşliğinde atılan ilk taşlar otelin camlarını parçalamaya başlamıştır bile…
Ama otele sıkışıp kalmış onca insan umutludur, yardım gelecek diye…
Kurtulacaklardır bu gözü dönmüş güruhun elinden. Hem Ankara, bizzat Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü,” endişe etmeyin Devletin güvenlik güçleri gerekli müdahaleyi yapacaktır dememiş miydi?”
Devlet gelmedi, ne yazık ki!
Hep beklediler umutsuzca….
Hava yavaş yavaş kararırken kentin üzerini koyu bir duman kaplamıştı…
Madımak Oteli’nin perdeleri, mobilyaları, pencere pervazları, oda kapıları değildi sadece yanan…
Gencecik insanlar yanıyordu…
Şiirler, öyküler, resimler tutuşuyordu kora dönmüş ateşte…
Kalemler, kağıtlar, kitaplardı kavrulan…
Cumhuriyeti kuran Sivas, Sivas’ta Cumhuriyet’i yakıyordu umarsızca…
Ateş söndü nice sonra. Askeriyle, Polisiyle devlet “gözetiminde ki”
Vahşet ayini nihayet sona ermişti…
Yine aynı Devlet…
Başbakan Çiller’in açıklamasına göre, içeridekilerin değil ama, dışarıdakilerin ‘güvenliğini’ sağlanmıştı kararlı bir şekilde!
Tarihi utancın bilançosu 33 can kaybıyla sayısız yaralıydı…
Bir de, bir daha hiç silinmeyecek şekilde Sivas’ın künyesine kazılan o kara leke;
Canlı yayında,dünyanın gözü önünde tekbir sesleri eşliğinde yapılan insan kıyımı…”