Her yıl kutluyoruz “Kabotaj ve Denizcilik Bayramı”. Çocukluğumda hasretle beklediğimiz en zevkli bayramı idi. Emekli olup Bodrum’a yerleştikten sonra çalışma şartlarım nedeniyle bu bayramı seyretmeye bir türlü denk gelemedim. Bir kere 2008 de denk geldim, o zaman da görev savuşturulan bir merasim izledim ki izlediğime bin pişman olmuştum.
Bu yıl, şunları bir eleştiri yağmuruna tutayım da düzeltilmesi yönünde katkı sağlayayım düşüncesiyle yine izlemek için niyetlendim. Bu sefer de 30 yıl düşünüp taşınıp izin verdiğimiz sadece kruvaziyer gemiler yanaşsın diye yapılan iskeleyi işletenler gelirlerini yeterli görmeyip iskelenin yanına bir de marina yapmaya kalkıştılar ki çevreyi katletme girişimine eşdeğer. Kayıtsız kalmak mümkün değil, karşı direniş için hazırlanmaya kalkıştığımızdan kutlamalara gidemedim.
Bu yıl Bodrum’da yapılan Deniz Bayramı’nı basından izledim ki yine görev savuşturmuşlar. Oysa ki Kabotaj Kanunu’nun ilan edildiği 1 Temmuz 1926, karasularımızdaki yabancı ayrıcalıkların kaldırılıp kıyıların ve limanlarımızın Türk Devletinin hakimiyetine ve bu imtiyazların Türk vatandaşlarına ve Türk gemilerine verilmesinin yasal zemine kavuştuğu tarihtir. 1 Temmuz 1935 de “DENİZCİLİK BAYRAMI” olarak kutlanmaya başlamış ve 1939’da ismini “Kabotaj ve Denizcilik Bayramı” olarak değiştirmişiz.
Bizler de deniz kenarında büyüyen 7 ceddi denizci torunları olarak Deniz Bayramlarını çok severdik. Bu bayramı sadece denizci olduğumuz için seviyor değildik. Öyle coşkuyla kutlardık ki şimdiki olimpiyatlara duyduğum izleme merakım o heyecanın yanında sönük kalır.
Benim çocukluğumdaki “Deniz Bayramı” denizde yapılan yarışmalar şöleni çerçevesinde bir kutlama idi. Kabotaj nedir hiç umurumuzda olmazdı. Bayrama gitmemek ya da kaçırmak olası değildi. Yarışmaları izlemek için Deniz Bayramını iple çekerdik. Olimpiyat oyunlarını canlı seyretmek gibi bir şey.
Kutlama genellikle bizim mahallemizde, Kumbahçe Sahili’nin bir kısmında yapılırdı. Limanda ve şimdiki Askeri Kamp sahilinde de yapıldığı olmuştu. Kürekli sandal yarışları, motorlu piyade tekne yarışları, yelkenli tekne yarışları, 100, 200, 400 ve 1000 metre serbest yüzme yarışları, 100 metre sırtüstü yüzme, 100 metre kurbağalama yüzme, 100 metre kelebek yüzme, dipten gitme yarışı, ördek yakalama yarışı, sonraki yıllarda güzellik kraliçesi seçimi, ip çekme yarışmaları, halat bağlama ve çözme yarışmalar da ilave edilmişti. Zeki Müren de Bodrum’a yerleştiğinden itibaren yarış komitesine ve protokole katılıp yarışların daha da bir sükse yapmasına katkı vermişti. Zeki Müren’in dahil olduğu yıldan itibaren ilave edilen güzellik yarışması esnasında Kumbahçe Mahallesinin iki sevilen ve biraz da safça olan yaşlıca iki bayanı Emsal abla ile Şahinde Ablayı kızıştırıp ikisi arasında bir güzellik yarışması da düzenlenir ortama renk katılırdı.
Deniz Bayramının en zevkli yarışması ve en önemlisi Yağlı Direk idi. “Yağlı Direk” nedir diye soranlara: 6-7 metre uzunluğunda yuvarlak, çapı yaklaşık 20-25 cm kalınlığında tekne direği misali bir kalas, teknenin güvertesinden denize doğru yukarı meyilli olarak uzatılır, direğin ucuna küçük bir çıta ile küçük bir bayrak tutturulur. Direk baştan sona bol gres yağı ile sıvanır. Yarışma; yukarı meyilli yağlanmış yuvarlak bir zeminde yani, o direk üzerinde yürüyerek bayrağı oradan almak.
Deniz Bayramında yapılan tüm yarışlar herkes tarafından ciddiye alınır, 1 Temmuz’dan birkaç gün önce yarışacak tekne ve sandallar karaya alınır, teknelerin, sandalların altındaki yosun ve kakamozlar temizlenir, boyanır ve daha hızlı gitmesi için kayganlığını arttırsın diye de altına gres yağı sürülerek bakımı yapılıp denize indirilirdi. Yüzücüler, kürekçiler günler öncesinden antrenmanlara başlar, hazırlık yaparlardı. Biz seyirciler; bu yıl kimin birinci geleceğinin tahminlerini yapar, zamanın balıkçılıkta ve taşımacılıkta kullanılan en yaygın tekne tipi olan, motor gücüyle yarışacak piyade tipi teknelere taraf olur, “Biz bu sene Çakırcalı’yı tutuyoz” “Biz Yarıkkaya’yı tutuyoz” “Biz de Şahane’yi tutuyoz” diye taraftar toplar “gör bakalım” diye iddialaşırdık.
Yarışmaları deniz üzerinde bir tekneden seyretmek daha keyifli olurdu. Teknesi olanlar tekne ile gelmeyi tercih ederdi. Bir akraba veya tanıdığın teknesine kapağı attık mı bizden keyiflisi olmazdı. Yarış parkuru veya kutlama bölgesi etrafında onlarca tekne demirler, bir koridor oluşturur, seyirci olurlar ve tezahürat yaparlardı. Bulunduğunuz yer itibarıyla bazı yarışları seyredememiş olabilirdiniz, ancak en sona bırakılan Yağlı Direk yarışını mutlaka izlerdiniz.
Seyredenleri eğlendiren tarafı yarışmacıların yağlı direkten kayıp biçimsiz düşme pozisyonlarıydı, gres yağının sürülüşünden dolayı kayganlığın fazla olması bu yarışın oldukça uzun sürmesini sağlar ve neredeyse her genç birkaç kez düşmeyi denerdi. Zaman geçtikçe azalan kayganlık sonunda meyvesini verir yağlı direğin ucunda çakılı küçük bayrağı kapan olimpiyat madalyası almış gibi gururlanır ve alkışlanırdı. İnanın yarış birincileri uzun yıllar unutulmazdı. Yarışmalarda hakem heyeti ve yarışma komitesi oluşturulur, her yarışma titizlikle organize edilirdi. Yağlı direk teknesinde hakem bulunur, kaymayı önlemek için ayaklarının altına zift süren olabilir diye yarışmacıları kontrol ederdi. Hile yapılmasına izin verilmez sportmence yarışılır herkes yarışmayı bileğinin hakkıyla kazanırdı.
Akşam güneş batışına doğru son yarış Yağlı Direk ile bayram sona erer ve tüm gün denizde olmanın getirdiği üşümeye rağmen insanlar yarışlardan bayram bitti diye hüzünle ayrılırdı. O gece sahilde toplanıp yarışlardan konuşur, taraftarı olduklarımızın yarışlardaki performanslarını gururla anlatırdık. Hele taraftarı olduğunuz piyade tekne birinci geldiyse değme keyfimize.
“Nasıl gidiyodu ama…Gara duman attırıyodu”
Bu coşkulu deniz bayramlarının birinde, yarışmalara yelkenli kategorisinde bir kez katılmışlığım bile vardı. 1967-68, o yıllardan birinde idi. Eczacılık fakültesinden yeni mezun babamın yeğeni Yücel ZİYLAN için bir eczane açıldı (Bodrum’da açılan ikinci eczane) ancak vatani görev nedeniyle askere gittiği için eczanenin işletmesi babama verildi. Eczacı bir mesul müdür tutuldu ve mesul müdür denize heveslenip zevkine yaptırdığı 4,5 metrelik “Latin yelken” armalı bir sandalı var. Mesul müdür memleketine gitti izinde ve tekne bende. Devamlı denizdeyim, rahmetli Demir Dinç (Kumbahçe sahildeki ünlü Dinç Pansiyon’un sahibi) mahallemizin de saygın ağabeylerinden. Bir keresinde heves etti birlikte yelken yaptık. Hoşuna da gitti herhalde ki; bir iki gün sonra 1 Temmuz, Deniz Bayramı aklına gelmiş ve Demir Abi bana “Ulen Ali hadi gel yarışa bizde katılalım dedi”… Olur dedim.
O yıl Deniz Bayramı bizim kışla sahili dediğimiz Limana girişinin hemen sağındaki Askeri Kampın sahilinde yapılıyor. Biz de yarışçıyız. Yarış komitesine yazdırdık ismimizi yarışçıyız. Yarış saati geldi, dizildik sahile ve start verildi. Arkamızdan ittirdiler, yarış başladı. Rüzgâr arkamızdan esiyor, diğer yelkenli gibi tasarlanmış yelkenliler önümüzde ancak, biz de iyi gidiyoruz pupa yelken. 1 mil (1852 metre) kadar açıkta bir şamandıra var, döneceğiz geri gelip start aldığımız yerde finiş yapacağız hepsi bu. Birinci olmak aklımızda yok, maksat aktivite olsun diye yarışıyoruz. Şamandıraya vardık ve döndük, ancak rüzgâr önümüzden gelmeye başlayınca orsa yelken (rüzgâra karşı) gidemez olduk. Sandala, zevk için yelken arması yapıldığından eh işte bir yelkenli kalitesinde ve sandal karinasında salma ve ağırlık yok. Tekne yattı mı yengeç gibi yan yan gidiyor. Birkaç tiramola yaptık. Tiramola (dönüş) yaparken kürekle de yardım ediyorum. Bizi gören kimse yok hesabı ancak, bizim bitiş yapmamız çok geçe kalacak. Yarışmaktan vazgeçtik deniz bayramı şölenini kaçıracağız, hele yağlı direği kaçırmak olmaz.
Demir abi dayanamadı “Bre Ali geç küreklere bakem” dedi. Geçtim küreklere biz diskalifiyeyi kabullenip yelken kürek yarışları seyre yetişmeye gidiyoruz. Yol uzun rüzgâr kuvvetli, bereket serde gençlik var epeyce bir mücadeleden sonra Demir abi dümende, ben küreklerde canım çıkmak üzere yarış alanına giriyoruz. Yelken yarışı biteli çok olmuş, yüzme yarışlarının sonuna gelinmiş. O yıl ilk kez yüzme yarışmalarımıza bir kadın da katılmıştı hem de 1000 metre yarışına. Üstelik birinci de gelmişti. Tam da onun bitişe doğru yüzmesini seyrederek sahile doğru gidiyoruz. Birden bir alkış koptu ki ne olduğuna şaşırdık. Yüzücü kıza mı acaba diye bakındık ancak onun daha finişine çok var; üstelik bir kadın hele de bizim erkekleri sollamış iken tezahürat mümkün değildi.
Hep bir ağızdan “Haydi!… Haydi!… Haydi!…” Tezahüratlarını bize yapıyorlardı. Bizim yarışı bitirmemizi istiyorlardı. Şaşırıp, silkinip yelken kürek son bir gayretle ve büyük bir istek üzerine bitiş hattını geçtik ki daha beter bir alkış koptu. Sanki biz birinci olmuş gibiydik.
Bizi seviyorlar mıydı gırgır mı geçiyorlardı pek umursamadık artık, yelken yarışlarına üç tekne katıldığından ve onca tezahürattan ötürü bizim diskalifiyeyi görmezden gelip önceden hazırlanmış bronz madalyayı vermişlerdi.
Öyle zevkli bayramlar tekrar yaşanmalı ancak kıyılarımıza yapılan bu hunharca saldırıları geri püskürtmeliyiz.
Saygılarımla. Ali DİZDAR