Çeşme’deki konserin iptali, arkasından belediye başkanının tavrı kamuoyunda epey ses getirdi.
Bunu duyunca Ege’nin kıyı şehirlerinde yakın tarihte yaşananları hatırladım.
Neydi bunlar?
Biliyorsunuz 1980’lerin ortasından itibaren Ege’nin kıyı kasabaları; Çeşme, Dikili, Ayvalık, Aliağa, Foça, Karaburun, Urla, Bodrum…birbiri ardınca yaptıkları kültürel etkinlikleriyle ünlüydü.
Bu biraz 1980 darbesine inat demokratik hayatın tekrar oluşmasına yönelikti, aynı zamanda bu etkinlikler Türk-Yunan yumuşamasına da katkıydı.
Dolayısıyla bu etkinliklere Kos’tan, Midilli’den, Sakız’dan Yunan yetkililer çağrılırdı.
Bu da çoğu zaman ‘it dalaşı’ noktasına kadar gerilmiş iki ülke arasındaki ilişkilerde bir yumaşama ve dostluk havası demekti.
Dikili’de yapılan bir festivale Midilli’den pek çok Yunan vatandaşının çağrıldığını biliyorum.
***
Sadece kültürel etkinlikler de değil ticarette de bu böyleydi.
Nitekim o tarihlerde İzmir Ticaret Odası’nın çabaları da övgüye değerdi.
Bu çabalar uzun yıllar, ulusal düzeyde değilse bile, birbirine yakın kıyı şehirlerinde dostlukları geliştirdi.
Çeşme, Dikili, Ayvalık, Aliağa, Foça, Karaburun, Urla, Kuşadası, Bodrum gibi yerlerde bu hava hep yaşatıldı, bu hassasiyet gözetildi.
***
Şimdi her gün Çeşme’den Sakız’a günübirlik geziler yapılıyor.
Bunda elbette iki tarafta da yerel yöneticilerin barışı, dostluğu isteyen sol gelenekten gelmelerinin payı vardı.
Son yıllarda sanki bu dostluk rüzgârı cılız esiyor gibi ama bu anlayışın kaybolduğu söylenemez…
Umuyoruz yeni seçilen başkanlar bu güzel tarihi unutmaz.
Osman Özgüven, Bülent Baratalı, Hakkı Ülkü, Sefa Taşkın gibi başkanların geleneğini devam ettirir.
***
Sadece bu da değil; Ege Denizi’ne sıralanmış, o denizin dalgalarının sesini duyan şehirler elbette birbirleriyle dost olacak, barış içinde yaşamak için çaba sarf edecek.
Çeşme, Dikili, Ayvalık, Aliağa, Foça, Karaburun, Urla, Bodrum Ege Denizi’ne âdeta inci taneleri gibi dizilmiş şehirler.
Karşı komşunun adaları; Midilli, Kos, Sakız da öyle.
Onlar da Ege’nin öbür yakasındalar.
Hepsinin birbirine uzaklığı nerdeyse kuş uçumu beş on kilometre kadar.
Oradan esen imbat buralarda duyulur.
Gece Karaburun’dan baktığınızda Midilli’nin ışıkları size göz kırpar.
Sakız’daki dalgaların sesi de nerdeyse Çeşme’den duyulur.
***
O yüzden söylenceler ya da belki de yaşanmış sayısız hikâye anlatılır.
Adalarla bizim şehirlerdeki yaşananlar üzerine.
Mesela bütün Çeşmeliler ve elbetteki Sakızlılar, Niko ile Çeşme’deki kızımızın dillere destan aşklarını unutmaz.
Bu öyle bir aşktır ki aradaki mesafe iki âşığı da yıldırmaz.
Çeşme’deki kızımız ışıkla Sakız’daki Niko’ya işaret gönderir.
Işığı gören Niko artık kessen durmaz.
Bir koşu yüzerek Çeşme’ye, gecenin o karanlığında yüzerek gelir; iki sevgili buluşurlar.
Ve oğlumuz aynı yoldan adasına yüzerek döner.
***
Daha evvelsi yıl bunun için Çeşme Belediyesi meydana bu güzel aşkı ve dolayısıyla iki halkın dostluğunu temsil eden bir heykelidiktirdi.
Çeşme böylede ya diğerleri?
Yıllarca Dikili’de Osman Özgüven’in yaptıkları…
O “Dikili Şenlikleri” esasında hem 80 darbesine inat, demokrasinin gelişmesine katkı hem de komşu Yunanistan’la yumuşamaya aracılık değil miydi?
Buna benzer Aliağa, Urla’da da etkinlikler, çabalar vardı benim bildiğim.
**
Şimdi geldik 2024’e…
Yazık…
Çeşme’ye genç bir belediye başkanı seçildi; Lal Denizli…
Hepimiz umutlandık, dünyaya açık, modern yaşamın içinden gelen daha doğrusu Ege’de olan biteni özümsemiş, politikasını bunun üzerine inşaa edecek biri olarak gördük.
Yazık…
Öyle de olması gerekmez miydi?
Oysa Lal Hanım, Ege’nin bu kıyı kasabalarında olan çizgiyi pek de iyi analiz etmemiş gibi.
Uzun yıllardır sürüp gelen halklar arasındaki barışçıl, olan biteni soğukkanlı değerlendiren, yerel olmanın sıcaklığını yansıtan anlayışı görememiş.
Bunun yerine milliyetçilik rüzgârına kapılarak ‘onlar düşmandır’ kolaycılığına kaçan bir tutum içine girmiş.
Bayrak ve Atatürk posteri üzerinden, deyim yerindeyse yangına körükle gitmiş.
***
Bir dernekle bir sanatçının anlaşamadığı noktada belediye başkanlığı ağırlığına yakışır tavrı koyacağına daha ilk anda benim de haklı olduğuna inanmadığım Yunan sanatçıya ülkemizi terk etmesini söylemiş.
Olayı çözmesi gereken ‘Çeşme’nin şehremini’ sıradan vatandaştan daha öfkeli:
“Urun kellesini!” diyor.
Doğrusu bir konserden iki ülke arasına hoyrat ve kaba bir düşmanlık tohumu çıkarmak da ancak bu kadar olur.
Hoş, Yunan sanatçının da milliyetçilikte bizimkilerden geride olduğu söylenemez.
***
Bir çift lafım da ülkemizin kurucusu Atatürk’ü ve bayrağımızı olur olmaz yerde görmek isteyenlere.
Yıllarca Konak Belediyesi’nde etkinlikler sırasında bu sorunla karşılaştım.
Diyelim çocuklarla ilgili bir etkinlik yapılıyor, orta yaşın üzerinde birkaç yurttaş belediye başkanına şikâyete başlarlardı; nerde burada bayrak ve Atatürk posterleri, diye.
Dilimizde tüy biterdi, ‘Kardeşim bu iki önemli simge her yerde her etkinlikte olmaz!’ demekten…
***
Şimdi soruyorum, bir konserde bayrak ve Atatürk posteri şart mıydı?
Elbette bağımsızlığımız, milli değerlerimiz tartışılmaz ama onları en üst seviyede tutup ona göre tavır almak gerekmiyor mu?
Bu her konserde bayrak ve Atatürk posteri biraz bizim Urla’da oturduğumuz yazlık sitedeki uygulamaya benziyor.
Sitenin girişinde bayrak hep asılı durur.Yirmi yıldır hiç inmedi.
Her an düşman saldıracakmış gibi.
Vakti zamanında bir yönetici bunu uygun görmüş, şimdi indirmeye hiçbirimiz cesaret edemiyor.
Son söz; sosyal medyada gördüm, biri, “Lal Hanım, pis Yunanlara dersini iyi vermiş.” diyordu.
Okuyunca irkildim.
Elbette Lal Hanım’ın da kimseye ağzının payını vereceğini, hele bu biçimde, düşünemem ama söz ağızdan çıktı mı mermi gibi, nereye varacağı belli olmuyor.
Nihat Özdal’ın “Harita” şiiriyle yazıyı sonlandıralım:
“Çoğu yerde kaybediyorum kim olduğumu, / Nerede olduğumu, neden olduğumu./ Bir haritaya ihtiyacım var.”
KAYNAK: https://yenigun.com/makale/21091227/salim-cetin/yazik