.
Ayaklar… Çocuklukta ana kucağına, sokak oyunlarına, gençlikte sevda ve hayallere, yaşlılıkta en çok kendisine götürdü insanı ayaklar… Onlar; yollardan hasrete uzanan, bazen mutluluk, bazen acı, bazen isyanla dolu ama en çok sevda yüklü göğüsleri taşıdılar…
.
Sevdaya yürüyen ayakların taşıdığı yürek, doğayı üzerindeki tüm canlılarla paylaşırdı. İnsanın insana efendiliğini değil, gönüllerin birliğini kurar ve yaşatırdı. Yorgun ayakların dermanıydı aşk. Uyumun, yoldaşlığın, paydaşlığın harmanıydı aşk.
.
Başları göklerde kibirli, yürekleri bitmeyen kinle beslenen sevgi yoksunlarının can düşmanıydı aşk. Bu yüzden onlar, beyinlerinde silahla dolaştılar. Hükümdarlıkları kendi çocuklarına kalsın diye hep, aşkla dolu göğsü taşıyan ayaklara nişan aldılar… Bu yürekleri durdurmak için…
.
Ya sonra…
.
Ruhun fakirliğinde bedeni gümrah, aydınlıktan söz eden karanlık yüzler; güzel günlerden söz ettiler utanmadan… Oysa onu göklere uçurmadan özgürlüğü olur muydu kafesteki güvercinin, aydınlığı olur muydu?
.
Onlar, her şeyi kendileri için bildiler. Alnına yazılmış kaderin gibiydiler… Sana çok gördüler senin toprağının havasını, onların istediği kadar solumalıydın çünkü… Ellerinle pişirdiğin ekmekten küçücük bir lokma verdiler sana, onların istediği kadar doymalıydın çünkü…
.
Ölçtüler yaşayacağın yeri, tarttılar yiyeceğin ekmeği… Senin hakkından söz ettiler… Senin adına karar verdiler…
.
Ya sonra…
.
Eline bir kalem ve bir tomar kâğıt verdiler. Yaz, dediler; yazdın… Söyle, dediler; söyledin… Yazdığın her satırda ölürken kandaşların, ovuyordu avuçlarını patronun, yandaşların…
.
Bir aydın olmuştun ki, barışın bekçisiydin sanki… En büyük ödüllerde söylendi, hoyrat rüzgârlar gibi ortalıklarda dolaşan adın… Kara gözlerinle baktığın aynada siyah zülüfler gördün; ama sarı saçlar taradın…
.
Bahçende güller kururken, çalıntı tarlaların bekçisi, ruhsuz bir korkuluktun. Elindeki fenerin ışığını gecede, rahat yürüsünler diye kanlı yollarında onların ayaklarına tuttun…
.
Seni göğsünden değil ruhundan vurmuşlardı… Bil ki çöle kar bu yüzden yağdı, kutuplarda buzlar bu yüzden çözüldü.
.
Oysa sen o değildin… Sevdalı yüreğini taşıyan ayaklarınla çiçekler açan yollarda yürümeliydin… Toplayıp menekşelerin kokusunu, alıp avuçlarına güneşi, barut bulutlarının dolaştığı yerlere götürmeliydin…
.
O zaman, çiçek kokan aydınlığınla parlardı sabah gökyüzü… Ağlamazdı yıldızlar karanlıklarda…
.
Alamadılar tadını insanın,
Kurban bellediler onu adaklarına
Dilleri kan, sözleri kan ağızların,
Aşkın şerbeti değmedi dudaklarına…
.
Hiç kimse beklemedi onların
Mecnun kadar sevmesini,
Hiç kimse beklemedi ekmeklerinden bir parça vermesini…
Yıldızlar yetiyordu aydınlatmaya
Işıklarını bir Allah’ın kulu, istememişti…
.
Yavrusunda aşkın tadını almayan dudak
Elin çocuğunu öpse ne olacak…
Minik bir bedene kapalı kucak
Dünyayı yeriyle sarsa ne olacak…
Osman Aktaş/ Sensiz Yalnızdılar/Şubat 2010/YANKI