———————-
Öldürülmesinden iki gün önceydi onu son görüşüm…
Yeni evlenmiştim, eşimle bir kaç günlüğüne tatile çıkmıştık…
Hafta sonuna doğru annemi aramıştım…
Bana, “oğlum biliyorsun baban yurtdışına çıkıyor, Londra, Paris, Berlin gibi kentlerde konferansları var…
Ayrıca tehditlerin dozu hayli yükseldi. Bu yüzden de uzun bir süre gòrüşemiyebilirsiniz…
Pazar akşamı size gelmek istiyoruz, eğer uygun iseniz..”
“Tabi ki anneciğim, çok iyi olur bekliyoruz…”dedim.
Son yıllarda İstanbul’da yaşıyordu…
Bizi kendisinden “uzak tutarak” koruyabileceğine inanıyordu…
Öyle de olmamış mıydı?
Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı araçlarına aile fertlerinden önce gitmişlerdi…
O yüzden kurtulmuşlardı patlamalardan…
Bahriye Üçok, gelen kargo paketini kızı Kumru’yu yanından uzaklaştırarak açmıştı…
Kumru kurtulmuştu ama ya Bahriye Hoca?
Eşim Nilgün, babamın hangi yemekleri sevdiğini sordu bana…
“Bamya” dedim…
Ankara’ya geldiğimizde Nilgün hemen yemek işine girişmişti…
Yaşamınını son yıllarında alkol ile tanışmıştı…
Zaman zaman çok sevdikleri ile bir araya geldiğinde, bir kadeh, Buzbağ marka kırmızı şarap içerdi…
Epey uğraş sonrası buldum Buzbağ’ı, çocuklar gibi şendim …
Akşamı iple çekmeye başlamıştım…
Nihayet kapının zili çaldı, koşararak açtım:
” iyi akşamlar çocuklar.. “
Elleri kolları yiyecek doluydu …
Bir an için 25 yıl geçmişe ışınlanmıştım sanki…
Her zil çaldığında oyuncak umuduyla kapıya koştuğum…
Ama her defasında…
Her defasında örgü filelerin içinde ki bir yağın kitapla buluşup, hüsrana uğradığım günleri anımsamıştım o an..
Annem ve babamla birlikte halalarım da gelmişti…
Yemekler yenmiş, kahveler içilmişti…
Babam nedense…
İlk defa tanık olduğum bir şeyi yapmış, ikinci defa kahve içmişti…
Sonra…
Eğildi, çantasında bir kitap çıkardı…
Kulleteyn yazıyordu üzerinde. .
Açtım kapağını, eşim ve benim ismim ve onere edici güzel sözcükler yazıyordu, ilk sayfada…
Yüzüne baktım…
Babamın yüzü sanki bir huzur şelalesine dönüşmüştü …
Elini omzuma koyup,
“MAYA TUTTU, Abit” dedi…
Kadıköy İskelesi önünde bulunan ( sonraki yıllarda yıkıldı) Akyüz Yayınları standı önünde oluşan uzun imza kuyruğundan bahsederken…
Ben sadece babamı izliyordum….
Mutluydu…
Tarifi mümkün olmayan bir mutluluk…
MAYA tutmuş muydu sahiden?
O akşam saatler nasılda çabuk geçmişti?
Taksi durağı evimizin bulunduğu sokağın sonunda idi…
Taksi çağırmak için aynalı büfenin üzerinde bulunan telefona yönelmiştim ki…
“Hayır, gerek yok, biraz yürümek, hava almak istiyorum” dedi…
Gece olmasına rağmen hava ne kadar aydınlıktı?
Biraz yürütmüştük ki…
Durdu…
Sonra yüzünü gökyüzüne, yıldızlara çevirdi, “Ne güzeller” diyerek derin bir nefes çekti ciğerlerine…
Taksi durağına gelmiştik…
Artık veda vaktiydi…
Birden bana sarıldı…
Şaşırmıştım…
Hiç böyle bir şey yaşamamıştım…
İçim titredi…
Sonra araç hareket etti…
Son sarılma…
Son veda…
2 gün sonra 4 Eylül 1990 günú…
İstanbul Üsküdar Altunizade’de bulunan Bintan Sitesi içinde ki evimden yeni çıkmıştı…
Evin anahtarları hala elindeydi…
Çantasına koymak için kapağını açmıştı ki…
Sırtında derin bir acı hissetti…
O an …
Yere yıkıldığı o an bile…
Karısını ve çocuklarını düşünüyordu…
Onsuz ne yaparlardı, nasıl yaşarlardı?
xxxxx
Bugün insanların Başta İslam olmak úzere dinlere bakışı belli artık…
İslam’ı referans alan iktidarın…
Adalet ve vicdan anlayışı da ortada…
En güvendikleri İmam Hatip Okulları Deis-Ateis üretiyor…
Camiler sadece İktidar destekçilerinin ibadet yeri…
Biat ettirdikkleri Kuvvet Komutanları’nın yanına…
Gaffar Okan’ın…
Uğur Mumcu’nun…
Çetin Emeç’in…
Bahriye Üçok’un…
Muammer Aksoy’un..
Ahnet Taner Kışlalı’nın ve 3 binin üzerindeki yurttaşın katili olan HİZBULLAH Örgütünün..
Yasal görünümlü Partisi Hüda-Par’ın Genel Başkanı’nı iliştirip, utanmazlığın fotografını çektirselerde…
Harbiye mezunu genç teğmenler…
Kılıçlarını ufukta birleştirip, ” Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykırıyorlar…
Çünkü MAYA tutmuştu bir kez…
Son kez baktığın yıldızlar daima yoldaşın olsun baba!…
Güneş bir daha batmamak üzere doğuyor!…