Bitlis’e, bir zamanlar ailesinin yaşadığı kenti ziyarete Amerika’dan gelen ünlü yazar William Saroyan’ın, sokağa adımını atar atmaz, ‘Wonderfull, very nice!’ dediğini, hiçbir şeyi ‘fena’ olarak görmediğini o gezide bulunan Fikret Otyam aktarıyor.
“Onun için her şey ‘güzeldir’. Bir taş parçası, bir ot, bir çiçek, bir duvar, bir kırık testi, bir inek, karlı bir dağ, çiçeğin üzerindeki böcek, hatta kendisine ‘ana avrat’ küfreden sarhoş, her şey, her şey güzeldir. Eğer bir yerde bir kötülük varsa bizdendir, yani insanlardan…”1
Otyam, Saroyan’ın bu iyimser bakışını İstanbul’dan Bitlis’e kadar yolculuğunun her aşamasında gösterdiğinin altını özellikle çizer.
***
Geçen gün Özbek’teki yazlık siteden dört arkadaşla yola çıktığımızda bana da her şey; yol, etraftaki bodur makiler, çiçekler, uçuşan böcekler, uzaktan görünen denizin maviliği tıpkı Saroyan’da olduğu gibi güzel göründü.
Yol boyu köyler, evler, yazlık siteler, yeşillikler…
İşte böyle bir ruh hali içinde yola koyulduk.
Orada kahvaltı edilecek, bir de şehri keşfedeceğiz.
***
Sabah on suları, tepemizde eylül güneşi.
Hararetinden hiçbir şey kaybetmemiş mübarek!
Yüksek Teknoloji Ünivesitesi kampüsünün hemen altından geçtik, ilkin Manzara Kahvesi karşıladı bizi.
Tiryakiler için iyi bir durak.
Biz geçtik.
Manzara’dan kıvrıla kıvrıla indik düz ovaya; Köstem Zeytinyağı Müzesi çölde bir vaha gibi duruyor düzlüğün ortasında.
***
Geçemedik, durduk. Çeşme’nin büyük kesme taşlarından kalın kiremit rengi duvarlarıyla farklı bir mimari yapı olan müzeye huşu içinde girdik.
İlkçağ’dan bu yana zeytin sıkma için geliştirilmiş taş ve ahşap düzenekler olduğu gibi sergileniyor.
Zeytini ezmeye yarayan büyük taşlar, çuvallar…
Müzenin en ilginç bölümü…
Sonra kitaplar, restoran, sergi salonu, şarap reyonu…
Ben de hemen, Saroyan gibi, ‘Wonderfull, very nice!’ı patlattım.
Ne denebilir ki burası için!
***
Eski Çeşme yolundan sağa saptık, önümüze çıkan köy Germiyan’dı.
Germiyan, bizim Engin Hoca’nın (Önen) taşocağı ve diğer çevre sorunlarıyla boğuşan köyüydü.
O uğursuz taşocağı köyün girişinde, bir hançer gibi duruyordu.
***
Germiyan’dan sonra Çeşme’ye değil de sola doğru denize paralel gidilince Ildırı karşınıza çıkıyor.
Tipik bir Ege köyü.
Girişinde onlarca teknenin olduğu küçük koy’u, daracık sokakları, sokakların içlerine saklanmış küçük kafeleriyle şirin bir köy…
Yerleşim kıyıdan biraz yukarıda kalmış.
Çeşme’den gelen ve gidenlerin uğrak yeri burası.
İşlek yolu merkezden geçiyor, bu yolun sağı solu otlardan çıkarılan şifalı yağlar, elde yapılmış salça ve yöre sebzelerinin satıldığı stantlarla dolu.
Günlük ekonomisi burada dönüyor, dense yeridir.
Oysa 6 ve 7’nci yüzyıllarda burası işlek bir liman ve 12 İyon kentinden birisiymiş.
Değirmen taşları, şarabı, keçileri ve kadın kâhinleri Sibyl ve Herophile’yle burası ünlüymüş.
Sonra zaman akıyor; Erythrai’ye, Persler ve Lidyalılar egemen oluyor.
MÖ 334’te ise İskender buranın bağımsızlığına kavuşmasına önderlik ediyor.
Ancak daha sonra Bizanslıların saldırıları, deprem ve süren kargaşa kenti perişan ediyor.
1336’da Türk egemenliğine girdiği biliniyor.
***
ANTİK TİYATRO VE AGORA
Bir yazarın dediği gibi; “Kentte her durumda gözün görebileceği, kulağın işitibileceği bir dekor ya da manzara vardır.”
Biz de öyle yaptık, sadece tarihini bilmekle yetinmeyip ‘keşfe’ koyulduk.
Başımızda Ege’nin öğle sıcağı, yokuş yukarı antik tiyatronun ve agoranın yolunu tuttuk.
Çünkü köyün en üst kısmındaydı buralar.
Tiyatro, sırtını büyük bir yamaca dayamış; tıpkı Efes’teki gibi.
Seyircinin oturduğu kısım iz halinde belli ama taşlar sökülmüş, bir kısmını da ot bürümüş.
Sahne kısmında hâlâ büyük kesme taşlar, olduğu gibi duruyor.
***
1964’te, Hakkı Gültekin ve Ekrem Akurgal tarafından keşfedilmiş burası.
Tiyatro ve Agora’nın MÖ 3. yüzyılda yapıldığı düşünülürse, aradan binlerce yıl geçmiş…
Zaman sanki burada durmuş, karşınızda İskender, şehrin ileri gelenleri, hepsi oyun seyrediyor…
Oysa şimdi kocaman bir ıssızlık var, görmüş geçirmiş tarihin sessizliği bu olsa gerek…
Otların içindeki iri kesme taşlar kaderlerini bekler gibi öylece duruyorlar.
Kaç tarih üstlerinden geçti.
Garip bir duygu!
Dönüyoruz…
Yürüyerek tekrar yokuş aşağı Ildırı’ya…
***
Yazıyı, William Saroyan’la bitirelim:
Saroyan o gezide Ankara’ya uğradıklarında Atpazarı semtinde bir esnaftan fare kapanı satın alır.
Yanındakiler şaşırır ve nedenini sorarlar.
Saroyan anlatır:
Yaşlı bir adam fare kapanı yapıp satarmış.
Kapanlardan birine bir gün bir fare girer. İhtiyar kıyamaz ona, peynir veriri ve salar.
Ertesi gün fare gene gelir.
Çünkü o da ihtiyar gibi yalnızdır.
Artık ihtiyar satıcıyla fare arkadaş olmuştur.
Günler, aylar geçer…
Bir gün fare gelir, kapana girer ama ihtiyar ortalıkta yoktur.
Fare bekler, bekler; kapan da açılmaz…
Çünkü ihtiyar ölmüştür.
Bu esasında William Saroyan’ın bir öyküsüdür. Öykünün adı “Fare Kapanı ve İhtiyar”dır.
Ankara’nın Atpazarı semtindeki fare kapanı satıcısı ve yazarın hikâyesi…
Hayat nasıl da örtüşüyor…
Buna sadece “Wonderfull!” desek galiba yeterlidir.
…………………….
Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan, Derleyen: Azizi Gökdemir, Aras Yayınları, 2008, İstanbul./ Baba Ocağında, Fikret Otyam, s.17