GELECEĞİN GÖZÜYLE
GEÇMİŞİ FISILDAYAN ADAM
Güneş, Datça’nın taş döşeli sokaklarında parıldarken, hafif bir meltem, incir ağaçlarının yapraklarını usulca kımıldatıyordu. Bu sakin kasabada, eski zamanların derin izleri, neredeyse taşların arasından fısıldar gibiydi.
Yusuf Ziya Özalp , işte bu fısıltıları dinlemeyi görev bilmiş, adeta Datça’nın yaşayan hafızası haline gelmişti.
Çocukluğunda Reşadiye’nin o dar sokaklarında koştururken, her bir köşenin, her bir duvarın gizlediği bir hikayesi olduğunu hissederdi. Bu hikayeleri bilmek, anlamak ve yaşatmak, onun içinde büyüyen bir tutkuya dönüşmüştü.
Yusuf Ziya Özalp, hukuk eğitimi almak için İstanbul’a gitti ama şehir ne kadar büyük, ne kadar büyüleyici olsa da, Ege’nin tuzlu kokusu, Datça’nın meltemi, kalbini hep bir ipek iplikle kendine çekti. Hukuk fakültesini bitirdiğinde dönüp kasabasına yerleşti.
Datça’nın ilk avukatı olarak halkın arasında yerini aldı ama asıl amacı, topraklarına ait kaybolmaya yüz tutmuş hatıraları, unutulmuş hikayeleri bulmak ve gün yüzüne çıkarmaktı.
Yusuf Ziya Özalp’in günleri, bazen yaşlı köy kahvelerinde, bazen yıkık bir duvarın gölgesinde, bazen antik kalıntılarda sessizce dinleyerek geçerdi. Yaşlı kadınlar, “Bu genç adam neden bu kadar soru soruyor?” diye fısıldaşırken, dedeler onun sorularına yanıt vermekten keyif alırdı. Her bir sözcük, onun belleğinde bir yapbozun parçası gibi yerine oturur; her anlatı, Datça’nın eksik bir parçasını tamamlardı.
Yusuf Ziya, bu hikayelerden bir hazine yaratmaya başladı; onları bir araya getirerek ilk kitabı “Datça Kazan, Betçe Kepçe”yi yazdı. Kitap, yayımlandığında, halk, Yusuf Ziya’nın çalışmalarının değerini bir kez daha anladı. O, sadece bir avukat değil, kendi köklerine sadık bir anlatıcı.
“Datça’nın Yitik Tarihi” adlı kitabıyla Yusuf Ziya, bu kez daha derinlere indi, kaybolmuş anıları, tozlu raflardan çekip çıkardı. Bu kitabın tanıtımı yapıldığında, salonu dolduranlar onun gözlerindeki ateşi görüyordu. O, artık sadece geçmişi yazmıyor; geçmişin içinde, her satırda yeniden yaşıyordu. Yusuf Ziya, Datça’nın kaybolan yıllarını, unutulmaya yüz tutmuş değerlerini, kelimelerle yeniden inşa ediyor.
Artık her sabah, Yusuf Ziya’nın yazı masasından kalem sesi eksik olmaz. Yazdığı köşe yazılarında çocukluğundan, o eski Datça’dan, taş evlerin gölgesinde oynadığı oyunlardan bahseder. Yazıları, sadece bir anı değil, herkesin paylaştığı bir mirastır.
O, Datça’nın geçmişine kök salmış bir çınar gibidir; dalları ise bugünü kucaklayarak uzanıyor.
Yusuf Ziya Özalp’ın hikayesi, sadece bir adamın değil, bir kentin hatıralarını, izlerini ve ruhunu yaşatma çabası. Datça’nın taş duvarları, sessiz sokakları ve asırlık zeytin ağaçları, Yusuf Ziya ile konuşur, onun sayesinde bir kez daha nefes alır.
Not: Yazı bana ait değil, yapay zeka ChatGPT kaleme aldı. Ben sadece “Yusuf Ziya Özalp’i yazar mısın” diye sordum. 10 saniyede bu cümleleri döktü önüme. Noktası, virgülüne dokunmadım