Süleyman Oktay’ın 50 yıl öncesini kapsayan belgesel anıları Ege’nin önemli kentlerinden Uşak’ın bir dönem içinde bulunduğu politik atmosferi anlatıyor
Süleyman Oktay, 1970’lerin devrimci-sosyalist mücadelesinden bir isim. Anılarını “Direnişten Komünal Yaşama-Teslim Olmayanlar” kitabında anlattı. Uşak’ın 1970’ler için anlamını, 78’liler kuşağının yazdıklarını ve Uşak’la kurduğu bağı konuştuk. Devrimcilerin cami yapımına yardımından, köylerde kurulan komünlere varana kadar ilginç bir anı dizisinin olduğu çalışması, H2O Yayınları etiketiyle okuyucuya ulaştı. Oktay, “İnsanları bir araya getiren, birleştirici temel faktör politik örgütlülük. Örgütsel politikaların yeniden üretilmesi gerekir” diyor.
-Sayın Oktay, “Direnişten Komünal Yaşama: Teslim Olmayanlar” kitabınız çocukluk evrenizden 1980’lere uzanan bir belge-anı kitabı. Son dönemlerde 1970’li yılların sosyalist mücadelesiyle ilgili bu tarzda kitaplar epey gündemde. Hem şahsınız hem kuşağınız için bugün geçmişi anlatmak neyi ifade ediyor?
Şu düşüncemi öncelikle belirtmeyi yararlı görüyorum: Evet, son dönemlerde 70’li yılların sosyalist mücadelesini anlatan kitaplar gündemde. Bu iyi bir gelişme, yazılmalı ve devamı gelmeli. Ama ben, belge-anı olarak nitelendirdiğiniz kitabımda yazılanların -bir kaç istisna hariç- diğerlerinden farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, yayınlanan kitapların pek çoğu direniş, değerlendirme, kişisel anı, cezaevi gibi konuları kapsamakta. Komiteler kurma, direniş komitelerinde örgütlenme, komün deneyi, komünal yaşam konularını içeren kitap sayısı yok denecek kadar az. Fatsa haricinde bu deneyleri yaşayan ve anlatan, bu konuların yazıldığı bir kitap olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki Fatsa örneğinde, komite örgütlenmeleri, yerellerde ortak sorunların ortaklaşa çözümü ağırlıkta. Uşak’ın köylerinde ise komitelerin oluşmasının yanısıra, komünlerin kurulması, kitleleri kapsayan komünal bir yaşam tarzının hayata gecirilmesi deneyleri yaşandı. Bu komünal, kolektif yaşam pratikleri bu kitabı diğer yazılanlardan farklı kılacağı düşüncesindeyim.
1970’li yıllar, devrimci dalganın yükseldiği, sınıflar mücadelesinde emeği temsil eden tarafın başkaldırısına tarihin tanıklık ettiği yıllardı. Bu sürecin sosyalist, devrimci kuşağı olan bizler, o dönemin hem yaşayanı, hem tanığı hem de sanığı olduğumuz için, her şeyi halkla birlikte iç içe yaşadık. Sol, sosyalist politik dalganın yüksek olduğu o yıllarda, gelecek tarihe katkı sağlayacak çok şey yaşandı. Ortak yaşanmışlıklar tarihin ve arşivlerin tozlu sayfalarında unutulmamalı, bizzat yaşayanlarla mezara gitmemeli, bugüne taşınmalı, yarına aktarılmalı, toplumsal belleğe katkısı olmalıydı. Emeğin, halkın karşısında olanlar, emperyalizm, faşizm karşıtı mücadeleyi, onca zorluğun yaşandığı başkladırı yıllarını, o güzel değerleri unutturmak, çarpıtmak, yeni kuşakları yanıltmak istiyorlar. Buna meydan vermemek, geleceğe aktarmak adına, mücadele içinde dönemi yaşayanların, sürece tanıklık edenlerin ilk elden yazıyla, çizgiyle, görselle olay ve olguları aktarmakla yükümlü olduklarını düşünüyorum.
Zaman çizgisi geçmişten geleceğe gidiyorsa, geçmiş bugünü, bugün geleceği etkiler. Bu süreçler birbirine zincirleme bağlıdır. Dün yaşananlar yarın yaşanacaklara rehberlik edebilir, gelecek süreci etkileme, yönlendirme gücüne sahip olabilir. Ben, iyiden, doğrudan, güzelden yana yaşadığım her şeyi bu güne taşımak istedim. Yarına da faydası dokunsun istiyorum. Sonuç olarak; Amacım, toplumsal sorumluluğum gereği, o günlerin gerçekliğini, politik bir süzgeçten geçirerek bu günden yarına aktarmaya çalışmaktı.
Kişisel anlamda ise; kızıma, torunuma kültürel bir miras bırakmak benim için önemliydi. Kendi çocukluğumdan başlayarak bir kişinin ne tür evrelerden geçtiğini, hangi duygular içinde yaşayarak nasıl devrimci olduğunu, politik mücadeleye nasıl katıldığını yeni nesillere anlatmak, aktarmak, bu pratiklerden yararlanmalarını istedim. Çünkü, bizler, o mücadele içinde, kurtuluş savaşı veren ülkelerin kitaplarından, belgelerinden çok şey öğrendik, deneylerinden yararlandık.
-“Teslim Olmayanlar” Devrimci Yol tarihinden bir kesit ancak özelde Uşak bölgesini okuyoruz. Uşak halkı ve dostlarınız bu kitaba nasıl bir ilgi gösterdi? Siz bu ilgi ve görüşler karşısında ne hissediyorsunuz?
-Kitap yayınlanalı, raflara düşeli iki ay oldu. İlgi ve görüş için bu süre henüz yeterli değil ama bu kısa sürede, ilk izlenimlerimin iyi ve olumlu olduğunu söyleyebilirim. Dostların, arkadaşaların, o dönemi yaşayanların kitaba olan ilgisi gün geçtikçe artıyor. “Kitabı bir solukta ağlayarak okudum, elimden bırakamadığım kitaplardandı, o günleri yeniden yaşattığın için teşekkür ederim, dövüşenlerin konuştuğu bir dönemin tanığı kitap, kitabı hemen alıp okumak istiyorm” diye yazmış okuyanlardan ve ilgi duyanlardan bazıları. Düşüncelerini, duygularını, önerilerini paylaşmaları çok kıymetli benim için. Yazdıklarımla duygularına hitap ettiğimi, unutturulmaya çalışalan ortak değerlerin hafızalarında canlanmasına vesile olduğumu, yaşamlarına dokunduğumu hissediyorum.
Bu paylaşım ve destek duyguları oldukça motive edici. Bu ilginin bana güç ve yarınlara dair umut verdiğini söyleyebilirim. Geçmişte yaşadığımız ortak değerleri özleyenlerle, bu kitap aracığıyla ortaklaşmaya başladığımızı hissediyorum şimdiden. Bugünden düne baktığımda, insanların yüreğinde, belleğinde derin izler bırakan çok şeyin yaşanmış olduğunu görüyorum. Kitabımın bunları yeniden hatırlatmasıyla açığa çıkan düşünce, duygu birikimi, pek çok kişinin kendini yaşananların içinde yeniden bulması beni ayrıca mutlu ediyor. O günleri yeniden yaşıyormuşuz hissine kapıldığım anlar oluyor. Keşke şimdi de yaşayabilsek o güzellikleri diyerek hüzünlendiğimi de belirtmeliyim.
GELECEĞE TAŞINAN BELGELER
-50 yılı bulan bir hafızayı okuyoruz. O döneme dair fotoğraf ve belgeleri korumak kolay olmasa gerek. Bu anlamda belgeliğiniz kitap yazımında nasıl bir katkı sundu? Anlatır mısınız?
50 yılın hafıza birikimini eksiksiz, hatasız yazıya dökmek mümkün değil. Bu nedenle, zaman kaymaları, eksik hatırlamalar gibi hatalar, yanlışlar mutlaka olacaktır. Bunları en aza indirmeye gayret ettim.
Kitapla ilgili elimdeki belgelerin bazıları cezaevi yaşamımdan kalmaydı. Pek çoğunu aldılar, yaktılar, koruyamadık. Dışarıya çıkarabildiklerim, arkadaşlarımdan aldıklarım kitabıma kaynak oldu. O dönem cezaevlerinde en önemli iki şey mektup yazmak, fotoğraf yollamaktı. Sevdiklerimizden, arkadaşlarımızdan gelen fotoğraflar en değerli varlığımızdı. İşte o mektuplardan, fotoğraflardan kurtarabildiklerimiz şimdi, bu dönemde yazdıklarımıza, çizdiklerimize, yayınladıklarımıza önemli belgeler oldular. Bu belgeler hafızamı bir nebze tazeledi, unutmaya yüz tutmuş konuları, olayları, yaşananların detaylarını hatırlattı desem doğru olur. Örneğin; Kitapta yer alan Halk Evi fotoğrafı bana içindeki kitapları, konuşmalarımızı, orada neler yaşadığımızı, kitapların yakıldığını, ölenlerimizi; koltuk değnekle görüldüğüm fotoğraf ise cunta güçleriyle girdiğimiz çatışmayı, eziyetleri, işkenceleri anımsattı. Döneme ait yazılar, notlar, fotağraflar gibi her belge, yazmamda bana çok ciddi katkılar, hatırlatmalar sağladı.
Ama, yazma eyleminde asıl faktör hafızamdı, belleğimde kalanlardı. Yıllar geçtikçe bazı konu ve olgular, detaylar unutuluyor. Fakat, benliğinde derin izler bırakmış, adeta beyine çivi gibi çakılmış olaylar, istense de unutulmuyor. Ufak bir belge, siyah beyaz bir fotoğraf seni yıllar öncesinin bir anısına alıp götürme gücünde olabiliyor. Diğer kaynaklarla, çağrışımlarla, bizzat içinde olan kişilerin desteğiyle aslına ulaştığım bazı konular oldu kitabımda. Kitaba konu olan olayları, olguları, bu ve benzeri yöntemlerle, gerçekliğinden koparmadan ortaya koymaya çalıştım. Yazınsal ve görsel olarak bir birini tamamlasınlar diye, bir olayı simgeleyen, bir konuyla bağalantılı olan fotoğrafları aynı sayfaya koymayı uygun buldum.
Bahsi geçen belgeler elimde olmasaydı, “Direnişten Komünal Yaşama-Teslim Olmayanlar” kitabı eksik olurdu.
KOMÜNLER VE KOMİTELER
-Komün pratiği çok dikkat çekici. Ayrıca devrimcilerin cami yapımına katkı sunmaları, çalışmaları. Geriye dönüp baktığınızda yaptıklarınız size olağanüstü geliyor mu?
İlk sorunuzda, kitabımın ayırt edici özelliğinin ve farkının komünler, komiteler olduğunu söylemiştim.
Kitabın ilgili bölümünde anlatıldığı gibi, bazı köylerde insanlar ortak üretim çalışmalarına yöneldiler. Mala, cana kasteden saldırılar karşısında ürünlerini birlikte toplamak, birlikte hasat etmek yolunu seçtiler. “Canımızı, malımızı, köyümüzü birlikte koruyorsak, bütün çalışmaları da birliktr yapabiliriz” dediler. Bunu denediler, yaşadılar, güçlenerek, çoğalarak başarıyla sürdürdüler. Direndiler, bağda, bahçede, tarlada ortak çalıştılar, iş içinde kendilerini eğittiler, birlikte olmanın gücünü gördüler. Komünlerde koleftif bir çalışma içinde, eğitimle üretimi birlikte gerçekleştirerek sömürüsüz, eşit, özgür bir dünyanın varlığına, kurulabileceğine inandılar.
Komün pratiği, o döneme özgü eşi, benzeri görülmemiş bir komünal yaşam tarzıydı. Bu yaşam biçimi, biz sosyalislarin, devrimcilerin uğruna mücadele verdiğimiz yaşanılabilir bir dünyanın kendisiydi zaten. Sosyalist bir sistemde, sistemin özüne uygun toplumsal bir yaşamın olmassa olmazları bu tür komünal çalışma ve yaşam biçimleridir. Köylerde kurulan kömünler, sosyalist yaşam biçiminin, bu sistem içinde yeşeren, derinleştirilmesi, yangılaşması gereken basit örnekleriydi. Örneğin, Paris komünü iki ay sürdü, Taksim/Gezi direnişinde kolektif yaşam tarzı iki haftayı kapsadı. Kitabın konusu olan bölge köylerinin bazılarında Komün yaşamı bir yıl devam etti.
Fatsa gerçeği var diyenler olacaktır mutlaka. Çok değerli ve örnek teşkil eden bir deney. Uşak ve Fatsa gelecek açısından birbiriyle kıyaslanmayacak derecede önemli. Fatsa pratiği, ağırlıkla komitelerde kitlesel örgütlenmeleri, “çamurdan arındırma” gibi geçici ortak işler yapmayı kapsıyordu. Uşak kırsal pratiği, komite örgütlenmelerinin yanısıra komünal üretim, komünal yaşam pratiğini de kapsıyordu.
Sovyetler Birliği’nin yıkılış nedenlerinden birisinin farklı inançları dışlamak olduğunu düşünüyorum. Bin yıllardır süregelen dini inançlar, her ülkede, her sistemde varlığını daha uzun süre hissettirecektir. Her yönetim, ülkenin gelişimi, gidişatı ve selameti açısından bu olguyu dikkate, ciddiye almak zorundadır. O dönem, bizlerin de camiye, dindarlara böyle veya buna benzer bir bakış açısından yaklaştığımızı hatırlıyorum. Dini sorguluyorduk, mesafeliydik, kurallarını yerine getirmiyorduk ve kimse de bizi zorlamıyordu. Biz de inananlara saygı duyuyorduk. Yaşadığım bölgede kısmen laik, dindar bir yaşam tarzı hakimdi. Kimse kimsenin inancına, inançsızlığına müdahil olmazdı.
Böyle bir ortamda, bu anlayış ve duygularla cami yapımına yardım ettik. Örgütlenme açısından baktığımızda, bu yardımın getirisi, götürüsünden daha fazla oldu. Örneğin; devrimcilere olan güven, saygı, örgütlenmeye katılım arttı. Cami imamı ve çevresi köy nöbeti için cami ve minare anahtarını halk odasına teslim etti, bütün yaşlılar nöbet tuttu.
Geriye dönüp baktığımda, o dönemi yaşamayanlar için, bu yaşananlar olağanüstü gelebilir. Özellikle cami yardımını benimsemeyenler olabilir. Bu faaliyetler ve komünal oluşumlar olağanüstü şeyler değil, yapılması gereken günlük rutin işler gibi geliyordu bize. Ya da o günkü düşünce tarzımızla biz öyle görüyorduk. İyi ki de yapmışız, doğru şeyler yapmışız diyorum bugün kendime. Ayrıca, direniş ve örgütlenme bakımından o zorlu koşullar bize, topluma dayanışma ve birlik olmak gibi yaşam biçimlerini dayatıyordu. Bu dayatmayı dikkate almak, birlik olmak, beraber hareket etmek zorundaydık.
Ülkenin pek çok yerinde devrimcilerin aynı örgütsel yapılanmalar içinde olduğunu, benzeri işler yaptığını düşünüyorduk. Bu günden baktığımda, örgütlenmede, komite, komünal yaşam pratiğinde bizim bölgenin farklı bir boyutta olduğunu söyleyebilirim.
DİRENİŞ VE İSYANCI GELENEK
-Biraz da güncel konuları sormak isterim. Uşak’ta uzun yıllar sonra merkez sol (CHP) belediyeyi kazandı. Kentin devrimci mücadele birikimi açısından bu ne ifade ediyor?
Coğrafi olarak Uşak, Ege ile İç Anadolu’yu birleştiren bir köprü şehir. Her iki bölgenin de özelliklerini taşıyor. Özellikle, Ege Bölgesi’nin Efe kültürü Uşak halkına çok uyar. Devrimci mücadele birikimi açısından pek çok yere göre avantajları olan bir şehir. Unutulmuş gibi görünse de yaşanan, iz bırakan iyi şeyler hafızada yer alıyor, genlerde kodlanıyor sanki. Uşak, 1977 yılında başkaldırısıyla devlete kafa tutmuş bir halka sahip. Bu direniş ve isyancı geleneğin sürekliliği çeşitli nedenlerle sürdürülemese de, günümüzde halkta bu direniş olgusunun potansiyel olarak devam ettiğine inanıyorum. Özellikle köylerinde, halk bu geleneksel potansiyeli üstü örtülü biçimde koruyor, sürdürüyor. Bunu dayanışma duygularında, yardımlaşma örneklerinde görmek mümkün. Yaşadıkları deneyleri unutmadıklarını, geçmişe özlem duyduklarını her fırsatta dile getiren kişi sayısı oldukça fazla.
Belediye başkanı seçimiyle, Uşak halkının yıllardır içinde koruduğu devrimci birikimle yeniden aslına yani sola yöneldiğini düşünüyorum. Uşak’ın kültürel geleneğinde yobazlık, tutuculuk yok. Son 22 yıldır, siyasal islamcıların uyguladığı baskının, pompaladıkları gerici propogandanın geri teptiğine, Uşak halkında karşılık bulmadığına inanıyorum. İslamcı, milliyetçi zihniyete karşı tepkisini, meydanlarda oynadıkları efe oyunlarıyla her fırsatta gösteriyorlar. Seçimlerde meydanları doldurarak, öflkeli seseleriyle geçmiş devrimci birikiminin gücüyle haykırıyorlar, bunu görüyor, hissediyorum.
Güven duydukları, benimsedikleri yeniden bir örgütlenme oluştuğunda, Uşak halkının içinde yer alacağına, destek vereceğine inanıyorum. Sol güçlerin birliği ve beraber davranışı adına, belediye zemini ve olanağının iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
UŞAK’TAKİ ÇEVRE MÜCADELESİ
-Bugün Uşak kenti özellikle maden şirketlerinin ilgi gösterdiği bir yaşam alanı. Kenti iyi tanıyan bir sosyalist olarak bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Geçmiş dönemde es geçtiğimiz ekoloji, iklim, çevre konusu, günümüzde sorun olarak karşımızda duruyor. Bu temel sorun doğa, ağaç, hayvan katliamı, siyonürlü hava ile evimizin içine kadar girmiş durumda. Bu sorun ülke genelinde kendi örgütlenmelerini yaratmış, pek çok bölgede etkin direnişlerle, doğa düşmanlarını geriletiyor, durduruyor.
Uşak ve çevresinde, soruna dair bazı kuruluşların var olduğunu, küçük çaplı karşı duruşların, hukuki girişimlerin yapıldığını görüyorum. Örneğin, Murat Dağı talanının geçici olarak durdurulması umut verici. Fakat, verilen mücadele yeterli olmadığı açık. Günümüzde sorunlar sokakta çözülüyor. Ama, Uşak sokakları hareketli değil. Kışla Dağı altın madeni bölgeyi zehirlemeye devam ediyor. Banaz Çayı zehir akmaya, kimyasalları Büyük Menderes’e taşımaya devam ediyor. İrili, ufaklı pek çok mermer, maden ocağı doğa katliamını sürdürüyor. Uşak’ın bu konuda diğer bölgelere göre geri noktada olduğunu üzülerek söylemek durumundayım.
BİR GÜN MUTLAKA
-Kitabınızda sayısız köy ve insan adı var. Bugün o köylere gidiyor musunuz ve ilişkiniz nasıl? Yurtdışında yaşadığınızı biliyoruz. Özleminizi ve o coğrafyaya bakışınızı merak ediyoruz.
Ülkeme geldiğimde zaman zaman, merkezden, çeşitli köylerden görüştüğüm insanlar, kısa süreliğine gittiğim köyler oluyor. Fakat, bu gidişler sürekli, periyodik yaptığım ziyaretler değil. Ekoloji, organik tarım, alternatif yaşam alanı oluşturma gibi konular üzerinde sohbet ettiğim arkadaşlarım var ama konuşmalarımız şimdilik proje düzeyinden öte gidemedi. Bazı arkadaşlarımla, sosyal medyadan geçmiş dönemi, günümüzü konuşma olanağımız oluyor. Yapabildiğim görüşmeler izin süresi boyunca yaptıklarımdan, sosyal medyadan gorüştüklerimden ibaret.
Uzun yıllar uzak bir ülkede yaşıyor olmam, özlem duyduğum pek çok şeye imkan vermiyor. “Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş” denilir. Yüzyüze, göz göze olmayınca ilişkiler eskiyor, eskiye dair şeyler unutuluyor, yıprıyor. Her şey gibi, ilişkiler de yenilik istiyor, güncellenmesi gerekir. Yani, kitapta adı geçen kişilerin çoğuyla birebir, sürekli bir ilişki ağı içinde olamadım maalesef.
Dünyanın dört bir yanına savrulmuş bir kuşağız biz. İnsanları bir araya getiren, birleştirici temel faktör politik örgütlülük. Örgütsel politikaların yeniden üretilmesi gerekir. Ülkemizde ve dünyada bu dağılmışlığı, dağınıklılığı toparlayacak olan ortak politik değerler. Mesela, Gezi direnişinde Avrupa’dan giden pek çok devrimci gibi ben de Gezi Parkı’ndaydım.
Bizimkisi, modern bir sürgün yaşamı oluyor. Avrupa’da yaşamanın avantajları kadar dezavantajları da var. Bedenimiz burada, kafamız ülkemizde. Ne ülkemizin yurttaşı ne de Avrupa’nın yurttaşı olabiliyoruz. Kendimizi buraya aitmişiz gibi göremiyoruz. Kendi ülkemizde oraya ait olmadığımızı hissediyoruz. Kendine ait memeleketi olmayan, yaşadığı ülkede, kendi ülkesinde yabancı olan insanız. Yeri, yurdu olmayan göçmeniz yani. Her ne kadar erternasyonal düşünceye sahip biri olsam da, bir göçmen olarak ülkeme, geçmiş tarihimize özlem ağır basıyor. Ülkemizde yaşadıklarımız burada hep bizimle ve bir türlü peşimizi bırkmıyor. Bundan mutsuz değilim. Son cümle olarak, bir gün mutlaka…
-Bundan sonra yazmaya dair neler yapacaksınız?
İyi bir yazar olmaktan daha çok anlaşılır bir yazan olmak isterim. Yazmak, eğitimin ve iletişimin önemli bir aracı. Kendinden bir şey üretiyorsun, emeğinin değerli bir ürünü ortaya çıkıyor. Bu kişiyi mutlu eden bir eylem. Paylaşıma girdiğinde ikiye katlanıyor sevincin. Diğer yandan topluma fayda sağladığını görüyorsun. Gelişime, değişime bir katkın oluyor. Bu da gurur kaynağın oluyor. Beynindekini, yüreğindekini yazıya dökmek kalıcı bir değer. “Ancak yazıya geçmiş düşüncenin değeri vardır; geri kalanı boç çırpınmalardan, rüzgarın alıp götürdüğü bir saatlik hayellerden başka bir şey değildir” diyor, büyük yazar Emile Zola. Yazarın bu dediğini önemsiyorum.
Bu kitabımda yer veremediğim bazı anılarımın yer aldığı bir öykü kitabıyla insanlara ulaşmak, onlarla iletişimi sürdürmek istiyorum. Geçmiş dönemden gönümüze taşıdığım öyküler var elimde. Onların yeniden harmanlanıp, yoğrulması gerekiyor. Yıllardır yağlı boya resim çiziyorum. Bu tablolarımı, her öykünün konusuna göre kitabıma almayı düşünüyorum.
Sonuç olarak, bir anı-öykü kitabıyla okuyucuyla yeniden buluşmak isterim.
SÜLEYMAN OKTAY KİMDİ?
1956 yılında Uşak-Ulubey/Büyükkayalı köyünde doğdum. İlkokulu köyde, ortaokulu ilçede, liseyi ilde okudum. Yüksek eğitimimi Uşak Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu (Yay-Kur) sosyal bölümde, ardından Uşak Eğitim Enstitüsün’de gördüm.
Politik faailyetlerim nedeniyle, çeşitli cezaevlerinde 11 yıla yakın hapis yattım. İdam cezasıyla yargılandım. Sıkıyönetim askeri mahkemesinin idam hükmü meslis genel kuruluna kadar geldi. İnfaz aşamasında şartlı salıverilmeyle dışarı çıktıktan sonra Holladaya iltica ettim. 29 yıldır Hollanda da yaşamaktayım.