Bizim buralarda lakaplar önemlidir. Adını soyadını söyle tanımazlar; lakabını söyle, sülaleni sayarlar.
Rahmetli Halil Amcayı saygıyla anıyorum. Şekerci Bekâr Halil, (Halil SUVAY) Şekerci, dondurmacı, macuncu (Osmanlı macunu) seyyar satıcıydı. Evliydi ancak Bekâr diye lakabı vardı.
Halil Amca’nın babasından gelirmiş bu lakap. Söylentiye göre babası evlendiği gece, gerdekten kaçmış, milletin ağzı torba mı büzesin “ulen bekar kalcek bu adam” diye söylenmişler ki lakap olarak yapışmış. Aslından “Bekarların Halil” olarak anılırmış ancak kısaca Bekar Halil olarak yapışmış kalmış dillerde.
İlkokuldan Bodrum’dan ayrılmak zorunda kaldığım lise çağıma kadar hep faal bir seyyar satıcıydı Bekâr Halil amca. İlkokulda teneffüs aralarında başına üşüşürdük, okul yakınında, tezgâhı ile beklerdi. O gün kuvvetli bir harçlık almışsak Halil Amca’nın macunundan yememek olmazdı. Hareketli bir çocukluk geçirdiğimiz için öğleye doğru illaki acıkırdık. Halil Amca’nın tezgâhında sandviç ekmeğine benzer, daha küçük, simit tadında, çok lezzetli bir ürünü vardı arasına macun koydurur yerdim çok da severdim. Kandillerde “Kandil Şekeri” yapar gezerek satardı. Çarşı’da Belediye Meydanındaki Adliye Camisi’nin çarşıya bakan arka köşesi onun tezgâh mekanıydı. Yaz aylarında limonlu dondurmasını yemediğim gün nadir olurdu. Limonlu dondurmayı kendi yapardı. Büyükçe bir dondurma tertibatı vardı. Bel hizası yüksekliğinde çapı 60 cm civarında bir ahşap fıçı içerisinde çapı 30 santim civarında bakır ya da krom kazan. Kazan etrafına buz doldurulur ve kazan devamlı döndürülerek dondurma yapılırdı. Halil Amcayı satışa sunduğu dondurma kazanının başında, dondurma fazla sulanmasın diye kazanını sürekli elle döndürürken görürdüm. Her ne kadar uğraşsa da Halil Amca’nın limonlu dondurması püre haline getirilmiş buz kıvamında olurdu ancak lezzeti süperdi.
Bekar Halil amca temizlik hastası bir adamdı ve tezgahında neredeyse her şey ambalaj kâğıdına sarılı olurdu. Arka ceplerinde kâğıda sarılı iki adet sabun bulunur biri ile yalnızca ellerini yıkar diğeri ile de su içtiği bardağı, yemek yediği kaşık çatalı yıkardı. Bu sabunlar hiçbir zaman birbirinin yerine kullanılmazdı. Şişeden bir sıvı içecek olsa şişeyi ya kâğıtla sararak tutar ya da yıkardı. Sıvıyı şişeyi ağzına değdirmeden içerdi. Elleri, sürekli su ile haşır neşir olduğundan buruş buruştu. Bu titizliği herkes tarafından bilinirdi. Böyle küçük kasaba hayatında bir zaaf, bir alışkanlık arkadaşlar da dâhil herkes tarafından zaman zaman kötü şakalara konu olur. Bekâr Halil de bu şakalardan nasibini alırdı.
Esnaf akşam kapanma saatinden sonra eve gitmeden önce bir yerlerde toplanır muhabbet ederlerdi. Bu da genellikle Körfez Restoran’da, Balıkçılar Çarşısı’nda (Topane) ya da Belediye Meydanı civarında sahile masa atılırdı. O zamanlar Belediye Meydanının henüz betonlaşmamış kumsal sahili vardı. Etraftaki lokanta ya da köftecilerden alınan yiyecekler bakkallardan getirilen peynir, çerez gibi malzemeler meze yapılarak rakı içilir sohbet, gırgır, günün stresi kovulur, neşelenilir sonra eve gidilirdi.
Bu sohbetlere esnaf olarak Bekâr Halil de katılırdı. Masalar kalabalık olur babam da bu toplantılara katıldığından ben de bu toplantılardan birine şahit oldum. Belediye Meydanı civarında sahile kurulmuş bir masaydı.
Bekar Halil de kendi bardağıyla gelir ya da ona tahsis edilen bardağı alır gider şadırvanın çeşmesinde kendi sabunuyla iyice yıkar gelir masaya oturur, herkes gibi onun bardağına da rakı konurdu. Şerefe diyerek bardaklar tokuşturulur, ilk yudumlar alınırdı. Rakı bardakları masaya konduktan sonra bir lokma meze atıştırılırken birisi kuvvetlice yalandan Hapşuuuu! Diye bağırarak hapşırırdı. Elbette bu hapşırık masaya doğru olmazdı, ancak Bekâr Halil amca bozarır, sinirlenir, bardağını alır rakıyı döker, arka cebinden sabununu çıkarır şadırvanda bardağı tekrar yıkadıktan sonra masaya gelir, “arkadaşlar yapmayın” diye rica eder, herkes de “tamam tamam” deyip bardağına tekrar rakısı konurdu. Yine bir yudum alındıktan sonra bir başkası tekrar yalandan hapşırır. Rakısını tekrar döker, tekrar yıkamaya giderdi. Bunu kaç kez tekrar ederlerdi bilemiyorum ben dayanamayıp kaçmıştım.
Bekar Halil amcaya yapılanlar gibi Bodrum’da şakalaşmanın dozu genellikle çok yüksek olurdu.
Eski Bodrum merkezi dört-beş bin nüfuslu olduğu zamanlar ve herkes birbirini iyi tanır saklı gizli hiçbir şeylerimiz olmazdı. Kasabanın ana gelir kaynağı ihracat ürünlerinden en fazla yekûn oluşturan sünger, tütün, incir ve mandalina olduğundan halkının zengini az, alım gücü zayıftı.Alım gücünün zayıflığı yanında her evin bahçesinde kümes hayvanı beslendiğinden et ihtiyacının büyük kısmı oradan sağlanır, bahçesi elverişsiz olanlar zaten üç kuruşa pazardan kümes hayvanı satın alabilirlerdi. Bu nedenle kırmızı et sarfiyatı yüksek miktarları bulmadığından, kasabamızda sadece bir kasap vardı. O da Çarşı esnafından et siparişlerini alır ve haftada bir hayvan keser ve siparişleri dağıtırdı. İşte bu zamanların birinde hacca da gittiği için Hacı olarak anılan kasap siparişleri almak üzere çarşı esnafına haber salıyor. Manifaturacı dükkânı olan Bey de çırağı gönderip iki kilo yağlı tarafından et sipariş ediyor. Hacı hayvanı kesiyor herkese yağlı et ayıramadığından manifaturacı beye yağsız et ayırıyor.
Eskiden etin yağlısı makbuldü, çünkü yemeğin lezzeti etin yağıyla kuvvetlendiğinden ve etler kavurma yapılarak saklandığından yağlı et donarak kendini daha uzun süre muhafaza ederdi. Buzdolabının olmadığı zamanlar.
Yağsız etini alan Manifaturacı Bey Hacıya giderek sitemde bulunuyor. “Ben sana yağlı et sipariş verdim” diye. Hacı da işine geliyorsa diye manifaturacı Bey’i tersliyor.
Bu olay birkaç kez tekrarlanmış olmalı ki manifaturacı çok kızıyor. O zamanlar hazır giyim, triko yok her şey kumaş alınıp dikiliyor ya da diktiriliyor. Manifaturacı beyin dükkanında da envay çeşit albenili kumaş satılıyor. Dükkâna gidip çırağı çağırıyor ve dükkandaki en şık, albenili ve pahalı bir top kumaşı çırağın eline verip. “Al bunu Tepecik’deki Hacının evine götür kapıyı vur. Çıkan hanıma ‘bunu Hacı gönderdi burası Ayşe Hanım’ın evi değil mi’ diye sor” diyerek çırağı gönderir.
Çırak yüklendiği bir top kumaş ile yola koyulur, söylenileni yapar ve kapıya çıkan Fatma Hanım sinirlenerek hayır burası değil diye kapıyı çırağın yüzüne çarparak kapatır. Çırak top kumaşı dükkâna geri götürür. Durumu anlatır.
Manifaturacı Bey tamam der “Şimdi de bu top kumaşı Hacının Omurça’daki evine götür ve kapıya çıkan hanıma bunu Hacı gönderdi burası Fatma hanımın evi değil mi diye sor” diyerek gönderir. Çırak söylenileni aynen yapar ve kapıyı açan Ayşe Hanım kızarak hayır değil deyip kapıyı çırağın yüzüne çarparak kapatır. Çırak top kumaşı dükkâna geri götürür durumu anlatır. Manifaturacı Bey işlem tamam deyip kumaşı yerine koyar.
Her nasılsa ve o zamanki alışıla gelen gelenek görenek gereği Hacının iki karısı ve iki evi vardır. Küçük yerin saklısı gizlisi olmaz, hanımlar birbirlerinden haberlidirler. Mutlu mesut yaşayıp giderler. Hacı geceyi her gün bir evde geçiriyordur. Akşam Tepecik’deki evine giden Hacıyı Fatma Hanım “kumaşı kime gönderdiysen git onunla yat” diye Hacıyı eve almaz. Konuya bir anlam veremeyen Hacı Omurça’daki eve gidince aynı hışımla evden kovulur. Hacı o geceyi ve daha birkaç geceyi camide yatarak geçirecektir.
Konuyu yakından takip eden manifaturacı Bey ertesi gün Hacıya şadırvanda abdest alırken özellikle rastlar ve sorar “Hayırdır Hacı geceyi camide geçirmişsin”. Hacı işi bozuntuya vermeden “Adağım vardı gece camide oturdum, sabaha kadar hatim indirdim” der. Manifaturacı “Sen bana yağsız et vermeye devam et, daha çok hatim indirirsin” diye hacıya söylenir.
Olası ondan sonra manifaturacı yağlı ete kavuşmuş olmalı…
Omurça Deresi kenarında bahçeli bir evde oturan ancak çok içki içen ve devamlı sarhoş gezen ve ailesini uzun süredir ihmal eden bir adam varmış. Dostları arasında bu fark edilir olduğundan ve yapılan bırak bu içkiyi nasihatlerine aldırış etmediğinden arkadaşları; buna bir oyun oynayıp bu alkol belasından kurtarmaya karar vermişler.
Her zamanki gibi gene kahvede demlenirler ve arkadaşlarının da ilaveleri ile de adamın iyice sarhoş olmasını sağlarlar. Geç vakte kadar içkiler içilir ve artık tahammül sınırı aşılmıştır. Arkadaşları adamı hadi artık yeter sen sarhoş oldun bu gidişle evin kapısını bulamayacaksın diyerek evine gönderirler.
Her sarhoş gibi ‘ben iyiyim’ çıkışlarına karşı çok ısrarla evine gönderirler. Bilhassa da kapıyı bulamayacaksın lafını sık sık dillendirerek. Neyse adam ısrarlar karşısında sallana sallana evin yolunu tutar. Bahçe duvarlarını takiben gider de gider duvarlar bitmek bilmez kapıyı da bir türlü bulamaz. Dere boyunca bir aşağı bir yukarı bahçe duvarını arşınlar ancak kapı yoktur. Sarhoş endişeyle söylene söylene bir süre sonra kahveye geri döner.
…Hayrola ne oldu niye geri döndün?
…Arkadaşlar benim evin kapısı yok oldu. Ne kadar aradımsa bulamadım, her yer duvar.
…Dedik sana bu kadar içme evin kapısını bulamayacaksın diye…
…Yok valla gelin sizde görün benim evin kapısı kayboldu.
…Hadi yürü ulen bakalım nasıl kayboluyormuş bu kapı.
Diyerek beraber giderler ve evin bahçe kapısına vardıklarında adama,
…Hani kapı kaybolduydu işte duruyor her zamanki yerinde!
Diye çıkışırlar. Sarhoş yemin billah etse de,
…Sen bu içkiyi bırak artık, bu içki sana yaramıyor.
Diye azarlayıp eve sokarlar.
Bu olayın şokunu atlatamayan adam herkesin diline de düşünce alkolü bıraktığı söylenir.
Kahvede içki içildiği sırada arkadaşlarından birkaçı giderek bahçe duvarındaki evin kapısını duvarla aynı olacak şekilde örerler. Gece karanlığında sarhoş adam zaten zar zor gördüğü duvardaki kapının örüldüğünü de fark edemez tahmin de edemediğinden kapıyı bulamayıp telaş içinde kahveye geri döndüğünde, tekrar gidilene kadar duvar yıkılır ve kapı eski haline getirilir.
Bodrum’da ahali sıkıntısını eşek şakaları ile giderirdi yaratıcılığın sınırlarını aşmışlardı. Fena şaka yapılacak illaki birilerini bulurlardı.
Saygılarımla… Ali Dizdar