YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ,
BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YAŞAYACAKSIN
BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
YANİ, YAŞAMANIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
YANİ, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YAŞAMAK OLACAK.
…….
YANİ, ÖYLESİNE CİDDİYE ALACAKSIN Kİ YAŞAMAYI,
YETMİŞİNDE BİLE, MESELA, ZEYTİN DİKECEKSİN,
HEM DE ÖYLE ÇOCUKLARA FALAN KALIR DİYE DEĞİL,
ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN,
YAŞAMAK, YANI AĞIR BASTIĞINDAN.
1947- Nazım Hikmet.
Elli yıl önce yanan ateş hala sönmedi. Henüz ortaokul öğrencisiydim. Nereden geldiği ve nasıl geldiği bilinmeyen bir gazete bize ulaştı. Biz ki kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağ köyündeyiz. Köyün okula gitme şansı yakalamış seçilmiş gençleriyiz. Denizler idam edilmiş, yanıbaşımızda Kızıldere köyünde Mahir ve Cihanlar yeni katledilmiş. Vücudumuzdan bir parça kesilmiş hissediyoruz. Aslında duyduğumuz acı halkımızın duyduğu acının dışa vurumu. Onlar çaresiz, tepkilerini yeni doğan çocuklarına isim olarak koyarak ifade edebiliyorlar. Artık ülkedeki en çok kullanılan isim Deniz.
Bize ulaşan iki sayfa bir gazete. Bir yüzünde Yoldaş, diğer yüzünde Heval yazıyor. Hevalin anlamını yıllar sonra öğrenecektik. Bu ülkede Kürtlerin olduğunu anlayacaktık. Onların dilinde yoldaş demekti.
Deniz’in son sözleri şunlardı:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”
Yusuf Aslan’ın son sözleri:
“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”
Hüseyin İnan’ın son sözleri:
“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımızın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler!
Bu mirasın devam etmesi için söz verdik, yola çıktık. Bayrağı çok yukarılara asmışlardı. Onlara ulaşmak kolay değildi. 1976 yılında Antep de İlhan ve Mehmet Ali, daha sonra işkencede Gökhan Edge yolundayız mesajlarını ilettiler.
Bu sarp yolda düşenler, kaçanlar, ayrılanlar olduğu gibi Erdal Eren gibi teslim olmayan, direnenler de çıktı.
Altmış sekiz gençliği eylem olarak yenilmişti. Fikir olarak belirsiz, karışık, net olmayan düşünceleri olsa da geleceğe umut taşıyorlardı. “Kervan yolda düzülür” hesabı yola çıktılar. İşte “Yoldaş” bu mesajı veriyordu.
Tokat’ta çocuk yaşta başlayan tanışıklığım, gençliğimde İzmir’de devam etti.
Bu hikayeleri yeniden hatırlamam Özcan Barkut ile sohbetlerim sonrası açığa çıktı.
Bir ay önce Özcan aradı, bir gezi planladığını ve sonunu bize gelerek tamamlayacağını bildirdi. Bayram sonrasına denk gelen bir plandı. Çalıştığı için bayram tatilini bu şekilde değerlendirmiş.
İzmir’e sonradan geldim. Önceki bilgiler, duyumlardan oluşmaktaydı. Özcan ile üniversiteye giriş olarak üç, yaş olarak beş yıl fark var. İzmir’in eski dönemini bilen arkadaşlardan birisi. Berrak bir hafızaya sahip her şeyi bu gün gibi hatırlıyor.
Ege üniversitesinin faşistlerden kurtarılma hikayelerini çok dinlemiştim ve onları yazdım.
Yeni öğrendiğim Buca kampüsü ve yaşananlar. İki yıllık mühendislik okulları var. Yoğun faşist işgaller var. Üniversite gençliği başta “Dört yıllık okul ve fakülte olmak istek ve talepleri ile faşist işgalleri kırmak için kenetleniyorlar.”
Özcan ile biraz geriden başlasam da elli yıl önce başlayan bir dostluk var.
Ege üniversitesi mühendislik bölümlerinin mücadele dolu Buca günleri var. Ege üniversitesinin faşistlerden temizlenmesinin harçları Buca da atılmış.
12 Eylül askeri faşist darbesi sonrası hepimiz farklı mağduriyetlere maruz kaldık.
Yakın zamanda söylenen hepimizin çözmeye çalıştığı bir söz vardı.
“Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu”. Aynen böyle oldu. Yaşanan süreçte eylem olarak yenilen devrimci hareket, fikir olarak da yenildi. Geleceğe yönelik bir umut bir ışık vermez oldu. Herkes aslını inkar etti. Yeni yollar keşfettiler. Bu yollardan Denizlerin astığı bayrağa ulaşmak mümkün olmayacaktı.
Özcan Barut, Kıbrıs’tan gelip bana İzmir’in devrimci geçmişini anlatıp gitti. Türkiye’de “Heval’in hayaleti dolaşıyor mu, görme şansım olur mu?” diye merak etti. Yüreğinde elli yıl öncesinin sıcaklığı vardı.
78 gençliği olarak yaşadığımız süreç öğrenim hakkını koruyabilmek için faşist işgallere karşı direnmek oldu. Kurulan uyduruk yüksek okulları kabul etmedik. Donanımlı fakülteler istedik. Bu istekler için yola çıktığımızda büyük bir kitle desteği oldu. Toplumsal muhalefetin anti faşist anti emperyalist bir yapıya kavuşması yönetenleri telaşlandırdı. Gözü kapalı koşmaya başladığımız bu yolda 12 Eylül duvarına çarparak paramparça olduk.
Bizler geçmişin kılıç artıkları olarak bir araya gelmenin coşkusunu yaşıyoruz.
Özcan’ın tatili kısa olduğu için İzmir çevresinde ki akrabalarının bize uğra serzenişleri olmasın diye sosyal medya paylaşımı yapmadık.
Gideceği gün Özcan paylaşım yaptı. Bunu gören Dikilide ki arkadaşlardan Fehmi, Necla Işık çifti ve Alparslan Özmen, bir koşu gelerek bir kahve içimi görüşebildiler.
Yakın dönemde kaybettiğimiz, gazetecilikten Ramis Eroğlu ile aramda geçen what’s up yazışmaları ve telefon konuşmalarımızdan söz etmek istiyorum. Ramis son yıllarda Londra’da yaşamaktaydı. Ülkesine dönme hayalleri kurmaktaydı. Çandarlı, Dikili civarından küçük bir yazlık ev alıp deniz kıyısında sakin bir emeklilik yaşamı planlıyordu. Bu işe elindeki paranın büyük bir kısmını ayırmıştı. Bu piyasadaki dengesiz fiyat artışları bu para ile ev alması zorlaştı. Bu arayışlar sürerken amansız hastalığa yakalandı. İngiltere’de ameliyat etmediler. Türkiye’ye döndü. Burada ameliyat etmeyi kabul ettiler. İnanmasa da belki kurtulma şansı olur diye bir ümit taşıdı. Hastane odasından telefonda konuştuğumuzda yazlık ev isteğinden vazgeçtiğini söyledi. Yeni planı karavan alıp Türkiye’yi gezmek şeklinde olduğu. Bana sürpriz yapmayı düşündüğü, haber vermeden karavanı ile gelip gece benim evin önüne park edeceği. Sabah kalktığımda benim kızacağımı, “Kim bu evimin önünü kapatan?” diye karavana yürüdüğümde, içinden çıkarak “Ne bağırıyorsun birader, burası belediyenin yolu” diye çıkışacağını. Onu görünce, şaşıracağımız, iyi bir tiyatro planladığını anlattı. Son mesajları “Arkadaşlara selam söyle, hayallerinizi ertelemeyin, bugünü yaşayın, yarın belki olmayacak” Sürprizi kaçmış olsa da, eğer hastalığı yenerse karavan ile ziyaretime geleceğini söyledi. Küçük bir ümit taşısa da bu hiç mümkün olmayacaktı.
Özcan Barkut’u kutluyorum. Bu sıcakta Kıbrıs’dan çıkıp Adana, Mersin, Silifke, İzmir, Dikili yolculuklarını toplu taşıma araçlarını kullanarak yaptı.
Perşembe günü bize geldi. Cumartesi öğlen ayrıldı. Havalar mevsim sıcaklıklarının üstünde seyrettiği için kafamızı dışarı çıkaramadık. Bir kez denize girdik. Bizim sular Özcan’a soğuk geldi. Çevreyi gezemedik. Arkadaşlarla buluşmalar gerçekleştiremedik. Zaman sohbetlerimize yetmedi bile. İlk gece bahçede başlayan sohbetimiz deniz kıyısında devam etti. Ay dedeyi Midilli üzerinden denize düşürdük. Güneş doğarken eve geldik. Kahvaltı sonrası uyuduk. Dolu dolu iki gün geçirdik. Fotoğraflarla anlattığımız hikayemizin özeti budur.
Hayallerinizden vazgeçmeyin. Dostlarınızı, arkadaşlarınızı ziyaret edin. Yada buluşmanın yollarını oluşturun. Yaşama bağlılığınız ve sevinciniz artacaktır. Sevgiler, selamlar arkadaşlarıma, insan kalanlara.