Uzun bir yaz tatilinden sonra tekrar Kürecik TV’ de ki programımız başladı. Tatilden önce ben, Prof. Dr. Kamuran Ebeyoğlu, Gülefer Yaşar Uygur hocalarımızla, özellikle çocuk felsefesi ve eğitimi üzerinde durmuştuk. Kamuran ve Gülefer hocalarımız bir çocuğun anne karnına düştüğü günden erginlik çağına vardığı zamana kadar geçirdiği evrelerdeki eğitimini bize bir halı dokumacısının desenleri gibi işlediler. Ben de bir sosyal ve medya pedagogu olarak pratikte yaşadıklarımı anlatarak her iki hocama katkıda bulunmaya çalışmıştım. Burada hemen belirtmeliyim ki bu yayınlarda başta birlikte bu yayını sürdürdüğüm Kamuran hocam ile Gülefer hocam, olmak üzere izleyicilerden gelen soru ve açıklamalardan çok şey öğrendim. Gelecek tatilde kadar hocalarımızla birlikte toplumda çocukların çeşitli alanlardaki yerinin felsefesini bütünleştirici bölümler olarak incelemeye ve sunmaya çalışacağız. Ben bir sosyal pedagog ve yazar olarak çalışmalarımda kısaca çocuk ve gençlerin toplum içinde pedagojik çalışmamın ana özelliklerinde felsefenin önemini ve bu amaçla gelişimsel toplumsal yaşamın ve psikolojik ön koşullarını ele almakta yarar olduğunu sıkça dile getirmeye çalışıyorum. Bu nedenle tatilden önce hocalarımla çocuklarla felsefe yaparken ve ortak yansımanın pratikte nasıl izlerini sürerek başarılı olunabilir? sorusuna yanıt aramıştık.
Her ne kadar toplumumuzun önemli çoğunluğunda çocuk ve gençlerle felsefe yapılması garipsense de felsefeciler ve pedagojik uzmanlar için anaokulu ve okul sonrası çocuk ve gençlerle felsefe yapmak garipsenecek bir şey değil, tersine önem verilmesi gereken bir eğitim konusu olduğu üzerinde durmuştuk.
Elbette ki bu süreçte ben bir sosyal pedagog olarak 40 yıldan fazladır gözlemlerimle psikoloji, fiziksel, duygusal ve sosyal açıdan sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için anne ve babalara, sosyal danışmanlık /sosyal pedagoji ve eğitim bölümleri öğrencilerine danışmanlık ve rehberlik yapma hizmetinin yanı sıra bu yüksekokul öğrencilerinin stajyerliklerini yöneten bir uzman olarak çeşitli dersliklerde, seminerlerde, gezilerde, eğlencelerde çocukların ve gençlerin psikolojik ve sosyal gelişimini de takip etmem gerekiyor. Bunun içinde çocuk ve gençlerin içinde yaşadığı ortamı ve toplumu iyi tanımaya çalışmam gerekiyor.
Bu nedenle rahatlıkla felsefenin pedagoglar ve eğitimcilerin çalışmalarının apaçık ciddi bir yönü olduğunu söylüyorum.
Toplumda çocuklarla felsefe yapmanın yerini doğru saptayabilmek için „Çocuk ve gençlerle felsefe yapacak olanlarda hangi özellikler olmalıdır?“ sorusunu sormuştuk.
Ve bu alandaki sohbetlerimizi söyle özetlemiştik. Çocuklar ve gençlerle felsefe yapacak olan yetişkinler, psikolog, eğitimci, sosyal pedagog veya bir felsefe yüksekokulundan okulundan mezun kişi her kimse kendisine sormalı, felsefe yapmak için bu gereken özellikleri kendisinde aramalıdır:
. Sözlü ve yazılı iletişim kanallarını etkin bir şekilde kullanabilmek,
- Olumlu tutum ve yüksek motivasyon sahibi olmak,
- İkna becerisi sergilemek,
- Mesleki gelişime açık olmak,
- Stresli ve duygusal durumlarla baş edebilme yeteneği göstermek,
- Problemler karşısında çözüm üretme yeteneği göstermek,
- Çocukların yetenek, ihtiyaç ve sorunlarını gözlemleme ve analiz edebilme becerisi sergilemek.
Bu özelliklerin aranması felsefe dersleri için tartışmasız olması gerekir.
Kısaca felsefe en üst düzeyde bir üst-bilişsel (bilgilenme) disiplindir. Sadece o meşgul olduğu felsefi problemler hakkında düşünmekle kalmaz, aynı zamanda yoğun bir şekilde kendi düşüncesini sorgulayarak gelişmesini, doğruya varmanın yoluna ışık tutmayı da sağlar. Peki, her gün onlarca çocuğun kaybolduğu veya aç yattığı, sokağa korkarak çıktığı, aile ve okul içinde azarlandığı, dövüldüğü bir ortamda, bir toplumda çocuklar ve gençler nasıl özgürce kendilerine güvenecekler ve düşüncelerini dile getirebilecekler? Nasıl sağlıklı bir kişilik kazanacaklar?
Oysa toplumun ana çekirdeği ailedir. Aile, insanlık var olduğundan beri kendi bireyleri için önemli görevleri üstlenmektedir. Zaman içinde toplumdaki yapılarda değişmeler görülse de ailenin temel işlevleri hiç değişmemiştir.
“Nesillerin (kuşakların) devamı, çocukların yetiştirilmesi, şahsiyetin kazandırılması, kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması, sosyal, kültürel, psikolojik ahengin aile fertlerine sağlanması, tam güven içinde fertlerine yuva içi sığınağın kurulması” işlevleri ailenin temel işlevleri olarak halen yürümektedir. Bunun için diyoruz, “çocuk beni dünyaya getirin demedi. Siz çocuk yaptıysanız bütün sorumluluklarınızı da yerine getirmekle görevlisiniz“. Toplumlar yerleşik hayata geçtiğinden günümüze kadar geçirdiği sosyal evrelerde ailelerin kabilelere, kabilelerden yerleşik yönetimlere, beyliklere, devletlere geçmesiyle birlikte, özellikle devletleşme kurumları ailelerin görevlerini bölüşmeye hatta üstlenmeye başlamış. Toplum için ortak kültür, ortak dil ve birlikte yaşamda sosyal hakları korumayı görevleri içine almak zorunda kalmıştır. Gelişmiş sosyal ülkelerde, çocuk ve gençlerin sağlık, güvenlik, eğitim, toplumda birlikte yaşama kişiliğini kazanma, çocuk ve gençlerin haklarını koruma görevlerini tamamen üstlenmişlerdir. Örnek olarak Sovyetler Birliği ve bugünkü Küba en iyi örneklerdir. Elbette gelişmiş kapitalist devletler de çocukların ve gençlerin sosyal hakları, sağlıkları, eğitimleri ve güvenlik konuları alanlarında bizim üçüncü dünya ülkeleriyle kıyaslanamayacak kadar iyidir. Örneğin Almanya, Fransa, İskandinavya ülkeleri vs. Bu ülkelerde ilk okullardan itibaren okul çocuk meclisleri var. Çocuklar tüm haklarını, isteklerini ve ders programlarını okul yönetimi ve öğretmenleriyle tartışarak kararlaştırıyorlar.
24.09.2024
Molla Demirel
Devam edecek…