Devletler, iletişimin gücünü kontrol altında tutarak gerçeği bükme konusunda bir beceri geliştirir. Her devlet, kendi anlatısını bir hakikat olarak sunar ve bu anlatıyı mutlak bir gerçeklik gibi kabul ettirmeye çalışır. Bu durum, ister demokratik ister otoriter olsun, her tür yönetimde görülür.
Demokrasilerde bile iletişim, gerçeği eğip bükmek için kullanılabilir. İletişim organları, devletin vatandaşla sözde bir diyalog içinde olduğu izlenimini verirken, aslında yalnızca devletin anlatısını pekiştirmek amacıyla işlev görür. Bu yapıların, şeffaflık maskesi altında devletin çıkarlarını koruduğu bir gerçektir. Demokrasi, bu yapılar sayesinde, halkın katılımı sağlanıyormuş gibi görünse de, çoğu zaman gerçeği saklamak ve kontrol altında tutmak için kullanılır.
Otoriter rejimler ise iletişim araçlarını, devletin resmi anlatısını mutlak bir hakikat olarak sunmak ve muhalefeti bastırmak için kullanır. Bu, gerçeğin sürekli bir şekilde çarpıtılması ve manipülasyonun sıradan hale getirilmesi anlamına gelir. Örneğin, Çin’de devlet, bilgi akışını sıkı bir şekilde kontrol ederek, ulusal anlatıyı şekillendirir ve dış dünyaya kendi perspektifini dayatır. Bu tür bir kontrol, insanların bilgiye erişimini sınırlayarak, devletin anlatısını sorgulanamaz kılmaya çalışır.
Rusya’da ise medya kontrolü, halkın resmi anlatı dışında başka bir bakış açısına ulaşmasını engeller. Devlet, medyayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, tek yanlı bir bilgi akışı sağlar ve bu da halkın algısını tek bir çizgide tutmaya çalışır. Gerçek, burada da devletin isteğine göre şekillendirilir ve halk, bu tek taraflı bakış açısına mahkûm edilir.
Manipülasyonun başarı düzeyi, toplumların medya okuryazarlığı ve bilgiye erişim olanakları ile yakından ilişkilidir. Yüksek medya okuryazarlığına sahip toplumlar, propaganda ve manipülasyonun etkilerine karşı daha dirençlidir. Ancak medya kontrolü ve bilgi akışının sınırlandırılması, manipülasyonun etkisini artırır ve gerçeğin üzerini örter.
Tarih boyunca, birçok toplum manipülasyon ve baskı mekanizmalarına karşı direniş göstermiştir. Polonya’daki Dayanışma Hareketi gibi direnişler, devletin kontrolündeki resmi anlatıya meydan okuyarak geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Bu tür direnişler, halkın bilinçli ve örgütlü bir şekilde hareket etmesiyle mümkün olmuştur.
Kapitalist ekonomilerde, iletişim organları, devletin ve büyük şirketlerin çıkarlarını koruma amacıyla kullanılabilir. Medya kontrolü, ekonomik gücü ve etkisini artırmak için bir araç haline gelir ve bu da halkın gerçeğe erişimini engelleyebilir.
Sonuç olarak, iletişim organları, bulundukları rejimin bir yansımasıdır. Gerçek, bu tür yapıların kontrolü altına girdiğinde, yalnızca iktidarın sesi olur. Ancak tarih, bilinçli ve örgütlü toplumların bu tür yapıların üstesinden gelebileceğini göstermiştir. Bilgiye erişim hakkımızı korumak ve gerçeğin peşinden koşmak, sadece bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluktur. Gerçekler ne kadar saklanırsa saklansın, insanlık tarihi bize gösteriyor ki, hakikat eninde sonunda gün yüzüne çıkar.
Seyfi Elçiboğa