İnsanın derinliklerinde sürekli bir çatışma fırtınası kopar; gösterişe duyulan o sinsi arzu, toplumun gözünde bir iz bırakma ihtiyacı, kimi zaman öylesine güçlüdür ki, bireyi kendi içsel sessizliğinden koparır, onu gürültülü ve kaotik bir dünyaya sürükler. Düğün konvoyları, bu içsel çatışmanın, taşralı kültürle modern yaşamın bitmeyen mücadelesinin en çarpıcı yansımasıdır. Köyden kente gelen insan, kalabalık şehirde kendini kaybolmuş hissetmemek için, geçmişin ağırlığıyla dolu bu ritüellere sarılır; ama bir an olsun düşündünüz mü, bu eski gösterişlerin, modern dünyanın hızla akan ritmi içinde ne kadar köhne ve anlamsız hale geldiğini? Sizi bu sorgulamanın derinliklerine davet ediyor; insanın varoluşsal sancılarından doğan bu gösterişin ardındaki boşluğu, anlamsızlığı birlikte keşfetmek istiyorum.
Taşralı kültür, modern şehir hayatıyla olan bu zorlu mücadelesinde en belirgin şekilde su yüzüne çıkar. Taşranın sessizliğinde, doğanın ritmiyle uyum içinde yaşayan birey, kente adım attığında kendini bu karmaşanın ortasında bulur. Bu yeni dünya, onun gözünde ne kadar büyüleyici olsa da, bir o kadar da tehditkardır. Taşra insanı, bu devasa şehirde kaybolmaktan, silikleşmekten korkar ve kendini göstermek için en bilindik yönteme başvurur: Konvoylar.
Ancak bu gösteriş, modern dünyanın hızla akan ritmi içinde sadece geçici bir dikkat çekme çabasıdır. Gelişmiş ülkelerde, bu tür konvoylar sıkı bir şekilde denetlenir ve çoğu zaman yasaklanır. Bu ülkeler, bireysel özgürlüğün, toplumun huzuru ve düzeniyle uyum içinde olması gerektiğini bilir. Konvoylar, bu düzeni bozduğu ve trafiği altüst ettiği için, toplumsal huzuru korumak adına yasaklanmış ya da çok sıkı kurallarla sınırlandırılmıştır. Almanya, İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde, büyük şehirlerde bu tür gösterilere izin verilmez; zira bu tür eylemler, toplumun genel refahını ve güvenliğini tehdit eder.
Diğer yandan, dünyanın bazı bölgelerinde, özellikle Orta Doğu, Güney Asya ve Latin Amerika’da, konvoylar hala yaygın bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Bu bölgelerde, toplumsal statü, aile bağları ve gelenekler, bu tür gösterişlere anlam yükler ve bu ritüeller toplumun kabul gören bir parçası olarak devam eder. Ancak, bu bölgelerde de, artan kentleşme ve trafik sorunları nedeniyle, konvoylar giderek daha fazla eleştirilmekte ve sınırlamalarla karşılaşmaktadır.
Kentlerin dar sokaklarında yankılanan bu konvoylar, sadece trafiği aksatmakla kalmaz, aynı zamanda gösteriş arzusunun ne kadar boş ve yersiz olduğunu da hatırlatır. Bu konvoyların, bir geleneğin yanı sıra, insanın kendi varlığını ispatlama mücadelesinin bir göstergesi olduğu anlaşılmalıdır. Taşralı kültür, modern kentin karmaşasıyla çatışırken, bu ritüeller, geçmişten bugüne taşınan bir yük olarak kalmaya devam eder.
Ancak modern dünyada, bu eski alışkanlıkların ne kadar yersiz olduğunu anlamak, bir aydınlanma sürecinin başlangıcı olabilir. Bu çelmenin, bireysel özgürlüğü hiçe sayan, sadece toplumun genel huzurunu değil, bireyin içsel dengesini de bozan bir unsur olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerekir. Konvoyların bu anlamsız kaosu, sadece kent düzenine değil, aynı zamanda bireyin kendi içsel yolculuğuna da bir engel teşkil eder.
Ve işte bu noktada, bu kaosu görmezden gelmek yerine, onun ne kadar köhne, ne kadar geçmişin yükü olduğunu kabul etmek, sadece bireysel değil, toplumsal bir aydınlanma olacaktır. Bu aydınlanma, insanı gerçek huzura, sessizliğin içindeki derin anlama götürecektir. Unutmayın, gerçek değer, sessizlikte, gösterişsiz bir yaşamda saklıdır; çünkü en parlak hayatlar bile, gürültüsüz, iz bırakmadan akıp gidenlerdir.
Seyfi Elçiboğa