Bodrum Yarımadası’nın etrafında 15 işlevsel ada ve birkaç da kayalık niteliğinde olan adacıklar vardır. Bunların en büyüğü KARAADA dır. Bodrum’da sahilden denize baktığınızda bir karaltı halinde, ufka bir duvar gibi set oluşturarak duran Karaada’nın çok işlevi ve hikayesi vardır.
Karaada mevcut olmasaydı her fırtınada Bodrum cehenneme dönerdi. Güney rüzgarlarına barikat oluşturduğundan, fırtınalarda kıyıları kasıp kavuracak dalgaların çoğunluğuna engel oluşturur. O nedenle merkez koyunda teknelere korunaklı demirleme yeri, yelken sefalarına ve yarışmalarına mekân olmasını sağlar.
Üzerindeki sürekli ziyaretçisi bulunan 5 koyu ile gezi turizminin baş aktörüdür. 2007 ve 2008 yıllarında Bodrum Sualtı Derneği çabalarıyla Adanın güney kıyılarına batırılan iki askeri gemi ve bir askeri uçak ile dalış turizminin ana unsuru halindedir.
Kıyısında küçük bir mağaranın içinden denize akan termal su kaynağı ve bu mağaraya yakın çok eskilerde yapılmış oteli ile eskiden Bodrumluların tatil ve şifa bulduğu bir mesire yeri gibiydi, şimdilerde günlük gezi tekneleriyle bu termal mağaraya taşınan turistlerin uğrak yeri ve belediyenin de para kaynağı oldu.
60 lı yıllara kadar fok balıklarının yuvası idi. Yıllarca Bodrumluyu besleyen bir balık deposudur. Balık avlayıp hemencecik yenecek bir atmosfer sunar isteyenlerin uğrayıp kafayı çektikleri bir mekan görevini de yapar.
Bodrumlu denizcilerin süngercilik günlerinde süngerlerini satmakta sıkıntı çektikleri zamanlarda Yunan adalarındaki alıcılara kaçak sünger sattıkları takas mekanlarıydı. Adanın güney yakasında ismini KAÇAKÇI koyu koydukları küçük girintide adadan gelen teknelerle buluşup altın karşılığı süngerleri takas ederlermiş.
Ada üzerinde bolca bulunan zeytin ağaçları bilhassa zeytin bahçesi olmayan balıkçı ya da denizcilerin zeytin toplama mecraları idi. Tekneyle adaya gidip zeytin toplayanlar Bodrum’a dönüşlerinde topladıkları zeytinleri delikli çuvallara koyup teknenin arkasına bağlayıp denizden çeke çeke getirirlerdi. Zeytinler denizdeki bu serüven esnasında sürekli devir-daim olan tuzlu su ile sayesinde Bodrum’a gelindiğinde yenecek olgunluğa ulaşan sofralık zeytin haline gelirmiş.
Azat edilen eşekler adaya salınır miskin miskin emekliliklerini yaşarlardı. Keçi besicileri keçilerini adaya salarlar çoğalıp büyümelerini beklerlermiş. Adaya tavşan da bırakıldığında epeyce tavşan da üremişti. Sık ormanları nedeniyle av hayvanları da vardı. Teknesiyle balık avlamaya gidenler tüfek de bulundurur kara avcılığı da yaparlardı. Adada yabani domuz da bol dur ve hala da vardır. Domuzlar iyi yüzücü olduklarından ada ile ana kara arasında yüzerek sık sık seyahat ederler.
Bodrum merkezde yaşayan her aile imkanları ölçüsünde bir tekne edinmeyi amaç edinirdi. Bazen ailece bazen arkadaşlarla adaya gidilip piknik, deniz sefası gibi etkinlikler yapılırdı. Kafa dengi üç beş arkadaş iş yoğunluğundan sıkıldıkları zamanlarda nevale düzülür, oltasını tüfeğini alıp adaya giderler avlanılanlarla orada stres atılır eğlenilirdi.
Kış ortaları, belki de yılın en soğuk günlerinde işte yine böyle bir organizasyonla toplanan Bodrum’un yerlilerinden dört esnaf arkadaş hafta sonunu değerlendirmek için nevaleleri düzüp tekneyle adanın en popüler koyu Poyraz Limanına giderler. Kara avcılığı yapılacak, yakalananlar pişirilip koyda sefa yapacaklar. İş stresini atacaklar. Bodrum’un iş stresinden ne olacak ki. Önemli olan fırsat yaratıp bu güzel yörenin tadını çıkarmak.
Poyraz Limanı, adanın Bodrum’a göre arkasında kalan (güney yakasında) Bodrum merkeze uzak olan burun yakınında bir koydur. Yaz aylarında tıklım tıklım olan bu koyda kış aylarında kimsecikler olmaz. Hatta adada kimsecikler olmaz. Ara sıra balıkçılar uğrar o kadar.
Ben bu dört kafadarın macerasını gerçek isimleri yerine en çok kullanılan dört isim vererek anlatacağım. Sandalet imalatcısı Mehmet, Mehmet’in sandalet imalatında çalışan oğlu Ali, otel sahibi Mustafa ve pastane işleten Hüseyin. Tekne Mehmet’in 6-7 metre civarında küçük bir kamarası da bulunan piyade teknesi.
Koya gelirler, kıyıya yanaşılır, kara avcılığı yapacak Mehmet ile Ali tüfeklerini alıp ormana, kıyıda bekleyecek olan Hüseyin ve Mustafa bizim canımız sıkılır biz de gidip birkaç parça balık yakalayalım bari diye denize çıkmayı kararlaştırırlar. Avcılar ormana daldıktan sonra balıkçılar da motoru çalıştırıp yola koyulurlar. Tekneyle henüz kıyıdan ayrılmışlardır ki motor garip sesler çıkarıp sarsılmaya başlayınca paniklerler Hüseyin Mustafa’ya sorar “Bakbakem len pervane dönüyomu” Mustafa teknenin arkasına doğru eğilip bakar ve “yok ülen dönmetduru” der. Hüseyin panikler eyvah motora bir şey oldu diyerek motoru stop eder. Bodrum’da herkes biraz denizcidir ancak bizim ikilinin denizcilik edinimleri fazla iyi değildir, motor üzerine de fazla bilgileri yoktur. Zaten teknenin sahibi ve nispeten iyi denizci olan kara avcılığına giden Mehmet ve oğlu Ali dir.
Rüzgâr karadan denize doğru estiğinden tekne rüzgârın etkisiyle koydan çıkmış açık denize doğru sürüklenmektedir. Hemen demiri atarlar ancak demir tutmaz sürüklenmeye devam ederler. Demir ipinin kısa geldiğini düşünerek teknede bulabildikleri ne kadar ip ve kalın misina varsa demir ipine ilave etmeye başlarlar. Bir süre daha sürüklenen tekne nihayet durur, bir şekilde demir bir yere takılıp durmuşlardır ancak kıyıdan çok fazla uzağa gitmişlerdir. Kıyı ile ses ve işaretleşme mesafesi çok aşılmıştır, çaresizce teknede beklemeye başlarlar.
Karada avcılığa giden Mehmet ve Ali biri-iki parça av edindikten sonra koya dönerler, bakarlar tekne yok. Uzaklardaki tekneyi görürler ve güzel balık yeri buldular iyi balık yakalıyorlar herhalde diye düşünerek beklemeye başlarlar. Kıyıda ateş yakıp hem ısınma hem de yakaladıkları avları pişirme hazırlıkları yaparlar. Akşam olur tekne gelmez. Tekne ile iletişim mümkün değildir. Hava kararır, tekne gelmeyince kıyıda kalanlar herhalde motoru çalıştıramadılar diye düşünerek yapılacak her ne varsa çare yok artık sabaha kalacaktır. Yakaladıkları avları pişirip ekmeksiz yiyerek beklemeye başlarlar Gecenin etkisiyle de hava çok soğuktur. Kıyıda küçük mağara benzeri bir oyuk bulurlar ve içinde ateş yakıp geceyi geçirmeye başlarlar ve ateşi söndürmeden sabahı bulurlar.
Teknedekiler kamara içinde korunaklı durumdadırlar ancak ekmekten ve birkaç nevaleden başka yiyecekleri yoktur. Telaşlandıklarından ötürü balık tutmaktan da vazgeçmişlerdir. Zaten yakalasalar da balık pişirecek ateş yakma imkanları yoktur ve kuru ekmekle karın doyurmak zorunda kalırlar.
Sabahı zor eden Mehmet ve Ali sabahın ilk ışıkları ile tekneye odaklanırlar ancak teknede herhangi bir hareket görülmemektedir. Mehmet yüzerek gidip yardım etmeyi aklından geçirse de hava çok soğuk mesafe uzak ve rüzgâr kuvvetlenmiş neredeyse fırtınaya dönmüştür. Teknedekilerden de aynı düşünce gelip geçmiştir. Hüseyin “ben yüzerek gitsem mi acaba” diye sesli düşününce Mustafa “ben burda yalnız kalamam ben de senin arkandan atlarım denize” der, ancak o fırtınada o soğukta o mesafe yüzülecek gibi değildir. Yüzme konusu gelip geçer akıllardan ancak tek çare yardım bulmaktır. Denizdekiler beklemekten başka bir çare bulamazlar. İş adadakilerdedir yardım bulmak üzere belki de bir balıkçıya rastlarız umuduyla adanın Bodruma bakan tarafındaki termal mağaranın da olduğu otele yürümeye karar verirler. Zamanımız çok eskilere dayandığı için henüz cep telefonu yoktur. Mehmet yola koyulur Ali koyda sahilde tekneyi beklemek üzere kalır.
Karaada komple bir dağ sırası gibidir. Otele gitmek için dağ aşılmak gerekir. Terk edilmiş otele varan Mehmet etrafa bakınır kimsecikler yoktur. Beklemeye başlar belki bir balıkçı geçer diye ve hatta büyükçe bir ateş yakar ki Bodrum’dan görünür de yardıma gelen olur diye. Bodrum merkez ile adadaki otel arası mesafe 3 mil (5,5 Km.) dir ancak tersaneler bölgesi İÇMELER 1,5 mil kadardır. Akşam olasıya kadar tekne gözler ancak ne gelen olur ne de geçen. Hava kararmadan mecburen dağı aşarak tekrar Poyraz Limanına döner ve o geceyi de mağaramsı kovukta ateş yakarak ve bekleyerek geçirirler.
Cumartesi günü geldikleri için pazartesi sabahı olmuştur. Yardım şart olduğundan tekrar otel tarafına geçmek gereklidir ve Mehmet yine dağı aşıp otel tarafına yürür ve yine ateş yakıp yardım beklemeye başlar.
Rüzgâr kuvvetlenmiş tekne beşik gibi sallanmakta ve teknede mahsur kalanlar kamaraya sığınmış başlarını bile çıkarmadan beklemektedirler. Hüseyin “merak etme beni muhakkak aramaya gelirler” diye Mustafa’yı teselli ederken Mustafa “valla ben bir ay gitmesem beni merak etmezler” diye hayıflanır. Hüseyin beşik gibi sallanan teknede çalkalanıp duran rakıya bakıp basar küfürü “hay senin gibi rakıya” diye. Mustafa yerde bir boş şişe görür, içine birkaç satır bir şeyler yazıp bir pusula koymak (geride kalanlara sitem misali) ister ancak kâğıt kalem bulamaz.
Pazartesi öğlene kadar evlerine dönmeyen bizim alemcilerin aileleri hısım akrabaları birbirlerini arayıp ne oldu bizimkilere soruşturması yaparlar ancak “bunlar içkiyi fazla kaçırdı her halde ortam da iyi kalmaya karar verdiler yarın gelirler”, “bu havada hangi tekne denize çıkar ki! Bekleyelim hava durunca gelirler” gibi söylem ve düşünceler hakimdir. Ancak sandalet yapımcısı dükkânı olan Mehmet’in kalfası pazartesi öğlen oldu bizim patron gelmedi halbuki bir gün kalıp döneriz diye konuşuyorlardı, bunlara bir şey mi oldu acaba diye işkillenmeye başlar ve öğleden sonra dayanamaz bir tekne bulup adazadeleri aramaya çıkar. Hava serttir Bodrum kıyısından, kıyıdan kıyıdan giderken adanın otel tarafında yanan ateşi görür ve adaya geçer. Otel tarafına yürüyerek gelen adazade Mehmet yaktığı ateşe gelen tekneyle kavuşup adanın arkasına dolanıp denizde mahsur kalan tekneye yardıma giderler.
Teknede mahsur kalan ikiliye ne olduğunu sorduklarında, ikili durumu anlatır. Teknenin sahibi olan Mehmet “hay Allah o motor bazen öyle şeyler yapar sonra düzelir bir şeysi yok onun” diyerek motoru çalıştırır. Kıyıdaki adazadeyi de alıp Bodrum’a dönerler ve pervane dönüyor mu takılması ağızlara pelesenk olur.
Pervane dönüyor muydu, dönmüyor muydu saptayamadık ancak biz bu hikâyeyi yaşayanlarından dinlerken gülmekten karınlarımıza ağrılar girerdi.
Karaada Bodrum’un değerlisi, bir doğa harikasıdır. Üzerinde çok oyunlar oynanmakta birilerine peşkeş çekilme çabalarına karşı Bodrum’da yaşıyor ve yaşamını umursuyorsan uyanık olmak ve tetikte olmak gerekiyor.
Bekir COŞKUN’un dediği gibi,
Vatandaşsan, boynundaki vebaldir bu…
Sahip çıkmazsan,
Bu şerefsizlerden çocuklarımıza bir dal yeşil ot kalmaz…
Diren… Yoksa hırsız durmaz…
Saygılarımla Ali Dizdar